Kırık kalpler
sokağında oturmuş şarkılar söyleyen bir kadındı. Tek isteği hayatta her daim
mutlu olmaktı ama bunun sürekli saklanabilecek, bir kutuya konulup nereye
giderse gitsin yanında taşıyabileceği bir duygu olduğunu bilmiyordu. Hayatta
hiçbir zaman sürekli olacak bir şeyin olmadığını bilmiyordu. Bu yüzden de
gözlerini seviyor, dudaklarını öpüyor mutluluğunu her daim kılmak için elinden
geleni ardına koymuyordu.
O deli bir kadındı. Kırık bir kalbi vardı. Saçlarını
hiç taramaz, her zaman sokağın aynı köşesine oturur gelen geçene sataşırdı.
Nerde mutlu bir çift görse ağlardı. Onları öyle mutlu gördüğüne ağlardı.
Kendine ağlardı. Mutluluğunu sonsuza dek sürdüremediğine ağlardı. Onu görenler
gene mutlu bir çiftin aşık deli divane insanların bu sokaktan geçtiğini
bilirdi. Onun ağlayışları haykırışları mutlu bir haberin sessizce ve acınası
bir şekilde anlatılışının simgesi gibiydi. O bir zamanlar çok mutlu olan ve
mutluluğunu çabuk kaybeden bu yüzden aklını bir yerlerde unutmuş ve bir daha bulamamış bir kadındı.
Onun hikayesi herkes için bir dersti. Hayatta alınması gereken onlarca ders,
anlaşılması gereken onlarca mesaj ve çözülmesi gereken onlarca şifre varken hep
unutulurdu. Yapılması gereken onlarca iş en son güne bırakılırdı mesela. Mesela
en dikkat edilen elden kaçırılır, en akla gelmeyen başa gelirdi. Hayat işte
oyunlarla doluydu. Her tarafı sürprizlerle dolu bir yerdi. Bir kutu. Nereden
baksan aynı yeri gördüğün kısır döngü..
Dünyaya gelmesi bir rastlantı yaşaması
mucizevi bir olaydı. İsmi Nergül’dü. Nergül, nerde bir gül görse koklardı.
Babası evli bir adamken annesini görüp aşık olmuştu. Hovarda bir adam işte genç
bir kızın kalbini çalmış onu bir gülle kandırmıştı Olan olmuş, rahme bir tohum
düşmüş nerde bir gül görse koklayan hovarda adamın bir kızı olmuştu. Hayatı bir
rastlantı sonucu, sırf babası annesini gördü diye, sırf annesi babasına aşık
oldu diye başlamıştı. Duyanlar ismini
yadırgardı. Nerdesin gül, Nergül diye
küçük çocuklar arkasından bağırırdı. Nergül hiç oralı olmaz yoluna devam
ederdi. Hiçbir zaman hayatını rastlantılara bırakmadı. Rastlantı kelimesini hiç
tanımadı. Bu kelime belki de tohumu annesinin rahmine taşıyandı ama Nergül
hiçbir zaman bunu kabullenmedi. Hasssastı kırılgandı. Yasak aşkın solmuş gülü
olarak çocukluğunu yaşadı. Hep gizlenmek, babasını soranlara iş gezisinde demek
zorunda bırakıldı. Dört duvar arasında yaşadığı aile saadetini hiçbir zaman
sokaklarla tanıştıramadı. Gene de mutlu bir çocukluk yaşamıştı Nergül.
Annesi ince kırılgan, gül kokulu bir kadındı.
Kızıl uzun saçları ile her akşam şarkılar söylerdi. Aşkını tek kişilik de, çift
kişilik de yaşamayı bilmişti. Beklide sırf bu yüzden Nergül nerde bir aşık çift
görse ağlardı. Belki de sırf annesinin akşam pencere önü beklemelerini,
sevdiğini bekleyenlerin hikayelerini anlatan masallar anlatışını
hatırladığından ağlardı. Kimbilir belki de babasını hatırlardı. Sen hiç kimseye
beni anlatma, bende sana şeker alayım, oyun oynayayım derdi babası. Koskoca bir
adamdı. Annesinin kızıl saçarlının yanında babasınınkiler pamuk tarlasıydı.
Buruşmaya yüz tutmuş elleriyle yanağını okşardı. Her daim güzel sözlerle
çağırır, annesinin kulağına gizliden hikayeler anlatırdı. Babası ile annesini
ne zaman yan yana görse, Nergül saatlerin
durması, zamanın hiç akmaması için dua ederdi. Annesi gözlerini babasından
ayırmazdı. Saniye olsa kaçırmazdı
bakışlarını! Gidince belki de an an anardı o dakikaları. Babası ne zaman
gitse annesi ağlardı. Tek bir noktaya bakar, düşünceli düşünceli otururdu. Sonra
gözlerini siler, Nergül’ü hatırlardı.. Sonra Nergül’ü hatırlardı. Nergül hiç
bozulmaz, sessizce beklerdi bir köşede. İlk sıra her daim babasınındı! Belki de
bu yüzden sokağın köşesinde gelip geçene masumca bakar, bir şeyleri bekler
edasıyla oturturdu.
Yoldan geçen
insanlarda annesinin bakışlarını, babasının buruşmaya yüz tutmuş yumuşak
dokunuşlarını arardı. Nergül aşka aşıktı. Bir aşkın içinde neler vardı neler
Nergül için. Hangi duygular, hangi özlemler, özlemeler… Biri ona kalkıp gelecek,
elleriyle yanağını okşayacaktı. Babasının yumuşak buruşuk dokunuşlarını
yaşatacaktı. Annesi olacaktı sarıldığında. Tüm çocukluk düşleri ve gerçekleşen hayalleri
olacaktı. Bir sarılınca dünya duracaktı. Aşığı olduğu aşkı, hayatının kaynağı
olacaktı. Geçmişi, bugünü ve geleceği…
Geçmişini
tekrardan yaşamak için nelerini vermezdi ki. O şanslılığının yanında şanssız
bir kadındı. Nergül hayatının gerçek anlamda nerde başladığını biliyordu.
Annesinin karnında değildi ilk var oluşu. Tüm çocukluğunda bir düşün parçası
bir yalanın baş kahramanı ve ispatı olmuştu. Sanki bir tiyatro perdesinden
seyircilere doğru akan bir hikayeyi yaşamış yaşarken büyümüştü. Nergül çocukluğunun bitim anını hep şu
cümleyle tanımlardı.
“Ağzımda eriyen şekerlerin tadını başka
şeylerde bulduğum zaman büyümüştüm.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder