21 Haziran 2014 Cumartesi

DÜNYA HALA DÖNÜYORSA BEN DE KENDİ İNİME DÖNEBİLİRİM DEDİM

Çok zaman oldu... Belki de hep aynı anda kaldım. Gözlerimi bir kapayıp açtım bir de ne göreyim yıl olmuş 2014. Dünya hala aynı eksende dönerken mevsimleri şaşırmış. O kadar zamandan sonra bir çakma yaz sabahında erkenden uyandım. Bu kadar zaman ne yaptın derseniz. Dondum bir noktada kaldım ve sadece oksijenle beslendim diyebilirim. An'lar, anılar, bir sürü hikayeler biriktirdim. Bolca gezdim, bolca büyüdüm ama ruhumu hep sakladım.
Hayatı başkalarının an'larıyla değil, kendi yaşanmışlıklarımla yaşadığım sürece anlamlı olabileceğini anlayacak kadar büyüdüm.
Son iki yılda instagram patladı, twitter deli bir fenomen oldu. Evli dediklerimiz boşandı, ayrıldı dediklerimiz evlendi. Bir cacık olmaz dediklerimiz başarı manyağına döndü. Ezilenler, bükülenler, sıçrayanlar, göbek dansı yapanlar... Hayat hep aynı karmaşada ve zor bir bulmaca edasıyla günleri önümüze serdi ve geceyle tüm herşeyi örtbas etti... Ben de tabii ki nasibimi aldım herkes gibi. Mutlu olma halini düşündüm bolca. Mutluluk neydi neye benzerdi hala tasvir edemem ( bu noktada Küçük Prens gezegenle değil benimle dostluk kursaydı belki sorabilirdim! Çünkü bütün mantıklı cevaplar O'nda...). 
Yazın sıcağı derken yağmura doluya tutulduğumuz şu günlerde ruhum sakinlikten Darülaceze gibi... Donduğum an bir cam gibi kırıldı. Açıkta kalmak yerine bende kendi inime döneyim dedim.
Hoşgeldim....

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Clark Kent Olmak!


Pat diye dilinden başka bir şeyini bilmediğim bir kentte karşıma çıktın. Klasik aşk hikayelerin de yer alan romantik karşılaşmalardan değildi. Benim için beklenmedik, senin için matematiksel açıdan uygun bir zamanlamaydı.  Aradaki tüm süreçleri bir kenara bırakalım,  iyi ki karşılaşmışız.

Uzun zamandır kendisini bir fanusa koyup saklayan, hayatla boğuşan biri olarak hala alışma dönemindeyim. Sana karşı ne kadar net olursam o kadar huzur verirsin gibi geliyor. Ya da huzur vermeni yürekten diliyorum. Hayatım öyle inişli çıkışlı ki... Belki de bu yüzden akışa bırakırken bile kendimi; sürekli elim viteste, kontrollü! Kalkanlarım elimde... Güvenmek isteyip güvenemeyen benim en büyük korkum; sıkıca sarıldığım her şeyin elimden kayıp gitmesi. Kayıp giden onca şeyden sonra korkusuzca bağlanma becerimi kaybettim sanırsam.  

Bir kenti anlamaya benziyor bir insanı tanımak da! 
Ben bir kent olsam inan bana İstanbul gibi olurdum. Kocaman, gezdikçe daha da büyüyen her köşesinde farklı bir duygu yaşadığın… Kimi zaman nefret edeceğin cinsten, kimi zaman yorucu, kimi zaman eğlenceli ya da huzurlu! Sen bir kent olsan ne olurdun bilemiyorum hala...

Bugüne kadar gezdiğim onlarca kentten tek hatırladığım huzur bulduğum, eğlenceli anlar oldu. Seninle de öyle olsun. Sıkılmadan, kaybolmadan, korkmadan eğlenelim. Hep keyifle keşifler yapalım.
Sana Clark Kent  diyorum. Clark Kent gibi gündüzleri işinin başında olup, boş vakitlerinde bu deli kadının Super Man'i ol diye! Clark Kentin bir kılavuzu yoktu. Ama ben senin için bir hazırladım.  

- Sen benim sorularımı, sorgulama değil daha çok keşif olarak algıla! Sakın kendini karakola çekilmiş bir zanlı gibi hissetme yeter!

-Sana her gün bıkmadan sorduğum " Beni özledin mi?" sorusundan sıkılma sakın. Bazen hissettiğimden emin olmak istediğimden soruyorum bunu bil yeter!

-Süper kahramanlar ne istediğini bilir, kelimelerden kaçınmaz. Bunu bil yeter!

- Duygu hissettir yeter!

-Sen benim kendi içime kapanışlarıma aldırış etme sakın. Eğer olursa bil ki korkularımdan bunu bil yeter!


Sen benim Clark Kentim ol, ben senin kent rehberin…




24 Temmuz 2012 Salı

KÜL-KEDİSİYİM DEDİM KUL-KEDİSİ DEĞİL!

Yaz günü iyice tembelleşen şişman ruhum miskin kediler gibi... Ruhum biraz komatik, trajik biraz da eksantrik dolanırken alemler ortasında gittikçe sevişgen hale gelen diğer ruhları gözlemliyorum. Herkes kıymalı spagetti tadında yaz geldi aşık olayım derdinde! Ben bir makarna olsam bu vucütla spagetti değil olsam olsam penne olurum, kısa ve bodur... Her bedenin bir alıcısı elbet bulunur  bu zamanda, hele de haz peşinde bu kadar budala varken ! Ama bir ruha sahip olmak; öyle makarna pişirmeye de, karpuz seçmeye de benzemiyor.

Bütün aşk hikayelerinde hep aynı ortak nokta var. İlk etapta amaç ne olursa olsun dönüştüğümüz nokta hep aynı! Hem birisine bağlı hissetmek, hem de  özgür bir ruhla dolanıp sınırlarımız aşılmasın istiyoruz.

 Eski romantik aşklar  artık mazide kaldı. Fen bilgisi derslerinde defterin kenarlarına çizdiğimiz kalpler, oklar çoktan silindi. Siyah beyaz fotoğraflar eskidi, albümler açılmamak üzere çekmecelerde gizli! Bu yüzden KUL_kedisi değil, KÜL-lerinden doğan bir KÜL-Kedisi kadın yarattım ben de tıpkı hepinizin yaptığı gibi... Yeniye kendini açarken, geçmiş ile gelecek arasında şimdiki zamanın dışında garip bir zaman diliminde de yaşamayı her daim göze alacak kadar korkusuz olma halidir Kül-Kedisi kadın olmak! Hiçbir duyguya kul köle olmayacak, geçmişte yakıp küllere dönüşen anılarının ağırlığı altında da ezilmeyecek. İnsan ne geçmişe takılacak kadar ahmak, ne de gelecekte bir gün gelecek umuduna odaklanacak kadar şapşal olmayacak.

Bu zamanda Kül-Kedisi kadın olmak zor! Hele de ortalık bu kadar bedensel haz peşinde koşan adam varken... Romantik komedi filmlerinin gişe hasılatları belki de bu yüzden her geçen gün azalıyor. Öyle yada böyle işin ilginç yani herkes aşık olmak istiyor. Ama herkesin aşktan anladığı farklı!  Kul  değil Kül-Kedisi olarak aşk ve aşık olma hali üzerine ben de maydonozluk yapıp düşünmeye başladım. Aşık olma halini benzettiklerim neler mi?

1. Pes etmeyeceğim, korkmayacağım ben bu koşuda birinci olacağım diyen bir atletin motivasyonuna...
2. Üşütüceğini bile bile çıplak ayakla yere basmaya...
3. Bungee-jumping yapar gibi yüksek bir yerden atlamaya...
4. Sarhoşken kaslarımız ne kadar gevşek, suratta ne kadar yayvan bir gülümseme hali varsa işte o hale...
5. Küçük bir çocukken sokağa çıktığında annenin elini sıkıca tutmaya...
6. Karanlıktan korkan için elektrikler kesildiğinde dört elle sarıldığın muma...
7. Denize girip yüzüstü uzanıp, gözleri kapatınca duyulan o huzura...

8. Çok sevdiğin bir şarkıyı söylerken duyduğun hazza...
9. Hızlı hızlı koştuğunda kalbinin çarpıp, nefesinin kesildiği ana...
10. Bilmediğin bir şehirde kaybolduğun anda hisettiğin o his ne ise ona benziyor.

Ne olursa olsun yaz günü aşık olmak güzel! En güzel aşık olma hali ise 5. madde de söylediğim gibi...Birinin elini sıkıca tutalım ama kölesi olmayalım.

Hadi kul olmayalım ama küllerimizden yeniden doğalım.

27 Mayıs 2012 Pazar

Çok Sevdim...

Yıllar önceydi. Saçma bir barda seninle karşılaşmamız! Ya da önceden tanıyorduk birbirimizi ama seni ilk defa fark etmem... Her neyse! Çok uzun zaman önceydi. Yıllar geçti. Önümüze çok uzun geçilmesi zor çitler dizdi. Atladık, kimi zaman düştük. Kimi zaman ağladık, kimi zaman güldük.
Seni tanımadan önce ve sonra diye ikiye ayrıldı hayatım. Bir an; insanın hayatının kırılma noktası olabilir miydi evet olmuştu! Her daim öyle değişmek için sebep bulamazdı insan. Benim nedenim herkesten güzeldi bir tek bunu bildim, buna inandım. Seninle, sensiz, senin yanında, senin yanında ama sensiz her durumu denemiştik. Yorgun savaşçılar gibi savaşmış, huzuru yakalamak isteyen iki basit kul gibi medet ummuştuk. Aşkta huzur olursa ne biçare bir yalnızlık, ne sahte bir duyguya dönüşürdü biz daha o zamanlar küçüktük bilmiyorduk.Zamanın durma yeteneği olduğunu, bu dünyada en çok can yakanın yine en çok sevdiğimiz olabileceğini, sahte maskelerle mutlu gibi-ymiş gibi davranabilme sanatını sayende öğrenmiştim. Dedim ya ben senden sonra bambaşka bir kadına hatta bazen sevmediğim bir mahlukata dönüşmüştüm. İnsana asla'yı yaptıran yegane nedenin midedeki kelebek hissi olduğu inancına kendimi kaptırıp koyvermiştim.
Yıllar önceki karşılaşmanın üzerine yine yıllar geçince zaman bize adil davranmamıştı. Ve biz en sonunda  biz olamama durumunu kabul etmiştik. Etmek için ne de çok birbirimizi kırmıştık...Öyle ki onca zamana rağmen hala enkaz izlerim ruhumda duruyor. İşin en garip yanı ne biliyor musun? Senin ve benim yani biz olamamanın yani bir nedenin de sen olduğu önca enkazı sen bile istesen artık kaldıramazsın. Sanki ruhuma yapışmış benden bir parça olmuş gibiler...
Senden vazgeçtikten sonrasında ben ne hale geldim. Suküt-u hayal! Unutmak istediğim zamanlar, flu anılar... Seni çok andım ama andığım an unutmayı becerdim. İnsan asla dediği şeyleri yapabiliyorsa bunu da yapabilir dedim kendi kendime. İki insanın birbirini sonsuz bir sevgi ile sevme durumu bile bir arada olması için yeterli olmayabilirdi. Kimileri kader'cilik oyunu ile teselli buluyordu. Ben hiç kendimi kaderime teslim etmedim. Hiç kabul de etmedim. Sadece düşünmeyi es geçtim.
Bir gün yıllar sonra yalan döngü yaşantıma kendimi kaptırdığım bir anda, bir zamanlar delicesine dua ettiğim şeyin gerçekleştiğini duymak... Evet kaderci olmamanın bir ödülü gibiydi sanki! Sen de artık yalnız bir kuldun bu dünyada. Prangaların yoktu, seni boğan yıkan karabasanlar, dört duvarlar olmayacaktı.
Ben sana dair iki AN'a sahiptim hayatımda. Biri seni gördüğüm yeşil gömlekli hafif sarhoş bardaki halin, bir de seni unutmaya yemin ettiğim an. Ama işte hayat oyun alanı ve bazen yaşanılası hale de gelebiliyordu. Bir an daha kaydettim bu hikayeye... O da senin çoklu şahıs ekinden tekli şahıs ekine dönmeye karar verdiğini duyduğum an! Mutluluk bazen binlerce kelimeyle anlatılamaz, bazı hikayeleri anlatmak için romanlara gerek olmaz...
Evet ben seninle mutsuz biten ve bittiğine inandığım ve ufacık bir umudu artık içinde barındırmayan ben, o anı tek bir cümleyle anlatabildim.
Ben O'nu Çok Sevdim!

23 Mayıs 2012 Çarşamba

MAYDANOZ KIZ: BİR KADIN TANIDIM, ADI:NERGÜL!

MAYDANOZ KIZ: BİR KADIN TANIDIM, ADI:NERGÜL!: Kırık kalpler sokağında oturmuş şarkılar söyleyen bir kadındı. Tek isteği hayatta her daim mutlu olmaktı ama bunun sürekli saklanabilecek,...

MAYDANOZ KIZ: Benim İstanbul'umun Çehresi...

MAYDANOZ KIZ: Benim İstanbul'umun Çehresi...: İstanbul! Benim için her gün okudukça yeni mucizeler keşfettiğim, bir başkası için bu kadar kalabalıkta yaşamayı delilik saydığı, başkasına...

Sezen ablamlı şarkılara anason eşlik ederse...

Bahar geldi çiçekler açtı. Tıpkı bu dünyada her canlının tanıması gereken; dünyanın en derin, en yaratıcı kadını Sezen ablamızın dediği gibi... Rumeli havası Boğaz'ın üstünden perdelerimizi hareketlendirirken begonyalar, laleler, papatyalarla biz kamaşalım, ee anason kokusunu da ekleyip biraz mayışalım!

Baharın akşam serinliğinde karşımda dalgalı kızıl saçlı deli dostumla, bir yunan meyhanesinde akşam üzeri ege usülünden keyiflenmekteyim. Akşam güneşinin uykuya çekileceği zaman aralığında meyhane müzikleri arasında Sezen ablamızın yeri olmazsa, evet o sofrada lezzet biraz eksik kalır ilkesi ile garsona sesleniyorum. "Bırak bu ikinci sınıf şarkıcıları, Sezen aç!" diyorum. Kafam hafiften güzelleşirken, yanaklarım da pembeleşmeye başlıyor.

Karşımdaki kadın ben içtikçe mi konuşuyor, yoksa rakı kadehte durduğu gibi mi durmuyor bilmiyorum. Anlatıyor, anlattıkça aşkı depreşiyor. Çünkü biz kadınlar bir adamı önce görüp aşık olur, sonra anlattıkça  daha da aşık oluruz... O anlattıkça aşık olduğum zamanları hatırlamaya çalışıyorum. Ben miydim her bahar aşık olan kadın, güneş olan yağmur olan hatırlamıyorum... Hatırlamak için daha çok içiyorum. Karşımdaki kadın konuşuyor. Ruhum aşk denizinde eski aşklarımı bulmaya çalışırken kulağıma şu sözler ilişiyor:
-Eee Maydanoz Kız, Sezen ablamız bile diyor. Beni kategorize etme! diye... Kızım bu adam beni kategorize etmeyi bırak üzerime bir etiken yapıştırmadığı kaldı.
İçine daldığım aşk denizinde bir anda dikkatim dağılıyor. Akıllı bir cevap bulmaya çalışıyorum. Neydi neydi neydi derken... Hah işte!
- Ee deli saçlı dostum benim sen de diyemedin mi matematikleştirme beni, çarpma, bölme diye!

İki kadın gülmeye başlıyoruz. Aşk ile alkol bir araya gelince biz kadınlar tatlı varlıklara dönüşüyoruz anlıyorum. Son zamanlarda bana  HP yazıcı modelleri içerisinde 2012 bahar modelim Mr. Canım, Alım, Balımdan bir mesaj geliyor. Bu bahar bir yağmurlu, bir güneşli hava derken, herkesin libido dengesini de altüst etti. Yine Mr. yazıyor yazıyor yazıyor. Kafam iyi, Sezen ablam "dilimin ucunda kelimeler, bir türlü söyleyemiyorum" derken kafamın güzelliği ile Mr. Canım, Alım, Balım'a "Ben içsem, sarhoş olsam üzerine kussam yine de beni sever misin?" diye yazıyorum. Soru bahane, maksatım adamın sabrını ölçmek!

Karşımdaki deli saçlı dostumun gözleri kayıyor."Kızım lan ben bu adama en iyisi bir hesap makinesi alayım?" diyor ciddi ciddi. Haydaa demeye kalmadan mesajıma cevap geliyor. "Sen kus, gerisini düşünürüz." diye.
Al diyorum işte kendi kendime mal soruya mal cevap!Sabır ölçme sorusu bu kafayla zor!
Ben her bahar aşık olacağım derken, aday adaylığından adaylığa bile terfi ettiremeyeceğimi anlıyorum...

İnsan neden içtikçe unutmak ister hem öncesini hem de içerken yaptıklarını bilmiyorum. Bu konuya sonraki yazılarımda eğilirim. Lakin Sezen ablamın "Bu gece" şarkısı çalınca burnumun direği  tekrar sızlıyor. İşte yine 2006 yılında bir bahar akşamına takılıp kalıyorum.

Al beni, götür kanatlarında bu gece
Uçurup diyar diyar sev beni sevilmediğim kadar
Unuttur yalnız yaşadığım her geceyi öyle gel...

İnsan dipsiz bir kuyuda hissedebilir. Zifiri bir karanlıkta kendini aşktan sarhoş edip uçurabilir. Ama hep aynı acıları, benzer aşkları yaşadığımızı ve bin yıl geçse de unutmayacağımızı bir tek Sezen Aksu bana hatırlatıyor.
Ya da hiç unutmamamı sağlıyor.

Sev, iste yeminler ederim aşka
Belki bir daha hiç tutulmazlar
İnanmasan bile gel, inandığım ne var ne yoksa
Hiç vermediğim kadar...

Şarkı bitiyor. Kızıl dalgalı saçlı yada dalgalı kızıl saçlı yada işte saçı her nasılsa karşımda benim gibi sarhoş olan dostuma dönüyorum.
- Al o dallamaya bir hesap makinesi, iyi fikir. Sezen ablamız da öyle yapardı diyorum.

Ruhumun şarkıların anasonla yaptığı kardeşlik sonucu dağılan parçalarını hiçbir hesap makinesi hesaplayamaz biliyorum...