21 Ekim 2011 Cuma

Sınırın Ötesi

Sen sınırlarla çizilmiş ve bir demir yığını ile benden ayrılmış olandın. Sırf bu yüzden birbirimize çok yakın olmamıza rağmen hep birbirimize ulaşmak için vize almamız gerekiyor. Bütün anlamsız prosedürler insanları koruma altında daha çok insanların hayatlarını zorlaştırmak için.. Ve evet biz sadece birbirimizin hayatını zorlaştırmak için yaratılmış iki kayıp insanız.

Zor muyuz, kolay mı? Ham mıyız, olgunluğa erişmiş iki yetişkin mi? Birbirimizin ayaklarında dolanan iki deliyiz o kadar... Hiçbir zaman büyümek istemedim belki de bu yüzden beynim hala beş yaşında bir çocuğun hayalperestliği ile hayatı yaşamaktan bıkmış seksen yaşında bir teyzenin bıkkınlığı arasında gidip geliyor.

Güneydoğuda sınır kentinin tepesinden başka bir sınırın ötesindeki ışıklara bakarken düşünüyorum. Neden hep zihnimizde, kalbimizde, isteklerimiz de sınırlar var. Sınırsızlık olsaydı eğer ve ben sınırsızlık içerisinde yaşamayı becerebilen bir süper kahraman olabilseydim bir ortak geçmişe sahip olabilir miydik?  Delice içip dağıttığımız klasik bir gecenin bitiminde sarhoşlukla yorgunluk arasında kalmışken oturduğumuz kaldırım da bana söylediklerin geliyor.
-Sarhoşuz. Ben en çok sarhoşken sınırsız olabilmeyi seviyorum...
Bunca yıldır söylemediğimiz, yapamadığımız onca şeyin arasında belki de söylediğin en anlamlı cümle bu! Keşke bir ömür sarhoşmuş gibi yaşabilmeyi becerebilecek kadar ahmak bir adam olsaydın. Çünkü ahmak olan insanlarda da fütursuz, sınırsız davranışlar sergileme eğilimi mevcuttur.

Ne zaman beş yaşındaki çocuğu dinlesem gitmek istediğim milyonlarca şehir ismi, deneyimlemek istediğim yüzlerce aktivite geliyor aklıma. Ve en çok bir kez daha elini tutup "Salak seni! Bir ömür sarhoş olursan söz sana aşık olacağım." demek de... Ellerimi, kollarımı boşluktaymış gibi sallayıp çıplak denize girmek istiyorum. Bilmediğim bir bara gidip tek başıma içmek, tanımadığım milyonlarca insanı tanımak, yükseklik korkuma inat bungee jumping yapmak... Ve en kötüsü bütün kamikaze deneyimlerimde seni de yanımda sürüklemek istiyorum. Çünkü senin beş yaşındaki halini zihnimde canlandırabiliyorum.Oyunbozanlık yapıp oyundan atılan bu nedenle ağlamaktan sümüğü akmış bir kenara sinmiş yaramaz bir çocuk...  Zihnim bu karmaşıklıktayken ve tam da  eyleme geçmek üzereyken seksen yaşındaki zihin teyzem devreye giriyor. Otur oturduğun yerde diyor. Kız kısmı böyle delilikler yapmaz diyor. Gördüğün göreceğini, yaşasana sen de mahalledeki diğer kızcıklar gibi... Çıplak denize girmek günahtır diye de ekleyip dudak büküyor. Aslında beni hiç sevmiyor. Buruşuk bedenini koltuğa gömüp, gözlerini kapatıyor. O adamın sana hiç hayrı dokunmadı. Alkolu ağzıyla değil burnuyla içip, iki tek atınca böğürmekten başka birşey de bilmiyor diye ekliyor. Senin karizmatik silüetini yerle bir ediyor.

Sıkılıyorum. Her zaman ki gibi sıkılıp hiçbir şey yapmak istiyorum. Ne deli bir kız gibi davranmak istiyorum ne de akıllı bir kızcık oluyorum ondan sonra... Kendime eğri büğrü sınırlar çiziyorum. Kimi yerleri geniş, kimi yerleri dar tutuyorum. Sonra uykuya dalıyorum. Rüyamda bütün insanların kendilerine çizdiği sınırları görebilme yeteneğinin bana bahşedildiği harika bir dünyada yaşadığımı görüyorum. Bütün dünyayı elime iki kuş kanadı alıp dolaşıyorum. Bütün insanlığın sınırlarını görebilen tek insan olarak, ordinaryusluk mertebesine ulaşmayı planlıyorum. Uçtukça inceliyor ve bütün insanlarda tek bir ortak noktayı görüyorum. Herkesin sınırları düzgünce çizilmiş, bir ben böyle eğiri büğrü kalmışım. Bu gerçekliği fark ettiğim anda biraz önce kanatlarını çaldığım kuş sinirli bir halde karşımda beliriyor.
- Seni yelloz, pis hirsız diyor. Sen eğrisin, büğrüsün. Sınırları eğri büğrü.... Eğriiii... Büğrü....Yumuşak g leri y olarak söyleyebildiğini fark ederken uyanıyorum.

Sınırları eyri büyrü olan bir insan olarak senin gibi düz  çizgide bile yürüyemeyen bir adamı neden sevdiğimi anlıyorum. Ben seni sınırlarım darlaştı mı hiç sevmiyorum, sınırlarım genişken bayılıyorum. Yok ya da tam tersi...

Hiç yorum yok: