28 Temmuz 2012 Cumartesi

Clark Kent Olmak!


Pat diye dilinden başka bir şeyini bilmediğim bir kentte karşıma çıktın. Klasik aşk hikayelerin de yer alan romantik karşılaşmalardan değildi. Benim için beklenmedik, senin için matematiksel açıdan uygun bir zamanlamaydı.  Aradaki tüm süreçleri bir kenara bırakalım,  iyi ki karşılaşmışız.

Uzun zamandır kendisini bir fanusa koyup saklayan, hayatla boğuşan biri olarak hala alışma dönemindeyim. Sana karşı ne kadar net olursam o kadar huzur verirsin gibi geliyor. Ya da huzur vermeni yürekten diliyorum. Hayatım öyle inişli çıkışlı ki... Belki de bu yüzden akışa bırakırken bile kendimi; sürekli elim viteste, kontrollü! Kalkanlarım elimde... Güvenmek isteyip güvenemeyen benim en büyük korkum; sıkıca sarıldığım her şeyin elimden kayıp gitmesi. Kayıp giden onca şeyden sonra korkusuzca bağlanma becerimi kaybettim sanırsam.  

Bir kenti anlamaya benziyor bir insanı tanımak da! 
Ben bir kent olsam inan bana İstanbul gibi olurdum. Kocaman, gezdikçe daha da büyüyen her köşesinde farklı bir duygu yaşadığın… Kimi zaman nefret edeceğin cinsten, kimi zaman yorucu, kimi zaman eğlenceli ya da huzurlu! Sen bir kent olsan ne olurdun bilemiyorum hala...

Bugüne kadar gezdiğim onlarca kentten tek hatırladığım huzur bulduğum, eğlenceli anlar oldu. Seninle de öyle olsun. Sıkılmadan, kaybolmadan, korkmadan eğlenelim. Hep keyifle keşifler yapalım.
Sana Clark Kent  diyorum. Clark Kent gibi gündüzleri işinin başında olup, boş vakitlerinde bu deli kadının Super Man'i ol diye! Clark Kentin bir kılavuzu yoktu. Ama ben senin için bir hazırladım.  

- Sen benim sorularımı, sorgulama değil daha çok keşif olarak algıla! Sakın kendini karakola çekilmiş bir zanlı gibi hissetme yeter!

-Sana her gün bıkmadan sorduğum " Beni özledin mi?" sorusundan sıkılma sakın. Bazen hissettiğimden emin olmak istediğimden soruyorum bunu bil yeter!

-Süper kahramanlar ne istediğini bilir, kelimelerden kaçınmaz. Bunu bil yeter!

- Duygu hissettir yeter!

-Sen benim kendi içime kapanışlarıma aldırış etme sakın. Eğer olursa bil ki korkularımdan bunu bil yeter!


Sen benim Clark Kentim ol, ben senin kent rehberin…




24 Temmuz 2012 Salı

KÜL-KEDİSİYİM DEDİM KUL-KEDİSİ DEĞİL!

Yaz günü iyice tembelleşen şişman ruhum miskin kediler gibi... Ruhum biraz komatik, trajik biraz da eksantrik dolanırken alemler ortasında gittikçe sevişgen hale gelen diğer ruhları gözlemliyorum. Herkes kıymalı spagetti tadında yaz geldi aşık olayım derdinde! Ben bir makarna olsam bu vucütla spagetti değil olsam olsam penne olurum, kısa ve bodur... Her bedenin bir alıcısı elbet bulunur  bu zamanda, hele de haz peşinde bu kadar budala varken ! Ama bir ruha sahip olmak; öyle makarna pişirmeye de, karpuz seçmeye de benzemiyor.

Bütün aşk hikayelerinde hep aynı ortak nokta var. İlk etapta amaç ne olursa olsun dönüştüğümüz nokta hep aynı! Hem birisine bağlı hissetmek, hem de  özgür bir ruhla dolanıp sınırlarımız aşılmasın istiyoruz.

 Eski romantik aşklar  artık mazide kaldı. Fen bilgisi derslerinde defterin kenarlarına çizdiğimiz kalpler, oklar çoktan silindi. Siyah beyaz fotoğraflar eskidi, albümler açılmamak üzere çekmecelerde gizli! Bu yüzden KUL_kedisi değil, KÜL-lerinden doğan bir KÜL-Kedisi kadın yarattım ben de tıpkı hepinizin yaptığı gibi... Yeniye kendini açarken, geçmiş ile gelecek arasında şimdiki zamanın dışında garip bir zaman diliminde de yaşamayı her daim göze alacak kadar korkusuz olma halidir Kül-Kedisi kadın olmak! Hiçbir duyguya kul köle olmayacak, geçmişte yakıp küllere dönüşen anılarının ağırlığı altında da ezilmeyecek. İnsan ne geçmişe takılacak kadar ahmak, ne de gelecekte bir gün gelecek umuduna odaklanacak kadar şapşal olmayacak.

Bu zamanda Kül-Kedisi kadın olmak zor! Hele de ortalık bu kadar bedensel haz peşinde koşan adam varken... Romantik komedi filmlerinin gişe hasılatları belki de bu yüzden her geçen gün azalıyor. Öyle yada böyle işin ilginç yani herkes aşık olmak istiyor. Ama herkesin aşktan anladığı farklı!  Kul  değil Kül-Kedisi olarak aşk ve aşık olma hali üzerine ben de maydonozluk yapıp düşünmeye başladım. Aşık olma halini benzettiklerim neler mi?

1. Pes etmeyeceğim, korkmayacağım ben bu koşuda birinci olacağım diyen bir atletin motivasyonuna...
2. Üşütüceğini bile bile çıplak ayakla yere basmaya...
3. Bungee-jumping yapar gibi yüksek bir yerden atlamaya...
4. Sarhoşken kaslarımız ne kadar gevşek, suratta ne kadar yayvan bir gülümseme hali varsa işte o hale...
5. Küçük bir çocukken sokağa çıktığında annenin elini sıkıca tutmaya...
6. Karanlıktan korkan için elektrikler kesildiğinde dört elle sarıldığın muma...
7. Denize girip yüzüstü uzanıp, gözleri kapatınca duyulan o huzura...

8. Çok sevdiğin bir şarkıyı söylerken duyduğun hazza...
9. Hızlı hızlı koştuğunda kalbinin çarpıp, nefesinin kesildiği ana...
10. Bilmediğin bir şehirde kaybolduğun anda hisettiğin o his ne ise ona benziyor.

Ne olursa olsun yaz günü aşık olmak güzel! En güzel aşık olma hali ise 5. madde de söylediğim gibi...Birinin elini sıkıca tutalım ama kölesi olmayalım.

Hadi kul olmayalım ama küllerimizden yeniden doğalım.

27 Mayıs 2012 Pazar

Çok Sevdim...

Yıllar önceydi. Saçma bir barda seninle karşılaşmamız! Ya da önceden tanıyorduk birbirimizi ama seni ilk defa fark etmem... Her neyse! Çok uzun zaman önceydi. Yıllar geçti. Önümüze çok uzun geçilmesi zor çitler dizdi. Atladık, kimi zaman düştük. Kimi zaman ağladık, kimi zaman güldük.
Seni tanımadan önce ve sonra diye ikiye ayrıldı hayatım. Bir an; insanın hayatının kırılma noktası olabilir miydi evet olmuştu! Her daim öyle değişmek için sebep bulamazdı insan. Benim nedenim herkesten güzeldi bir tek bunu bildim, buna inandım. Seninle, sensiz, senin yanında, senin yanında ama sensiz her durumu denemiştik. Yorgun savaşçılar gibi savaşmış, huzuru yakalamak isteyen iki basit kul gibi medet ummuştuk. Aşkta huzur olursa ne biçare bir yalnızlık, ne sahte bir duyguya dönüşürdü biz daha o zamanlar küçüktük bilmiyorduk.Zamanın durma yeteneği olduğunu, bu dünyada en çok can yakanın yine en çok sevdiğimiz olabileceğini, sahte maskelerle mutlu gibi-ymiş gibi davranabilme sanatını sayende öğrenmiştim. Dedim ya ben senden sonra bambaşka bir kadına hatta bazen sevmediğim bir mahlukata dönüşmüştüm. İnsana asla'yı yaptıran yegane nedenin midedeki kelebek hissi olduğu inancına kendimi kaptırıp koyvermiştim.
Yıllar önceki karşılaşmanın üzerine yine yıllar geçince zaman bize adil davranmamıştı. Ve biz en sonunda  biz olamama durumunu kabul etmiştik. Etmek için ne de çok birbirimizi kırmıştık...Öyle ki onca zamana rağmen hala enkaz izlerim ruhumda duruyor. İşin en garip yanı ne biliyor musun? Senin ve benim yani biz olamamanın yani bir nedenin de sen olduğu önca enkazı sen bile istesen artık kaldıramazsın. Sanki ruhuma yapışmış benden bir parça olmuş gibiler...
Senden vazgeçtikten sonrasında ben ne hale geldim. Suküt-u hayal! Unutmak istediğim zamanlar, flu anılar... Seni çok andım ama andığım an unutmayı becerdim. İnsan asla dediği şeyleri yapabiliyorsa bunu da yapabilir dedim kendi kendime. İki insanın birbirini sonsuz bir sevgi ile sevme durumu bile bir arada olması için yeterli olmayabilirdi. Kimileri kader'cilik oyunu ile teselli buluyordu. Ben hiç kendimi kaderime teslim etmedim. Hiç kabul de etmedim. Sadece düşünmeyi es geçtim.
Bir gün yıllar sonra yalan döngü yaşantıma kendimi kaptırdığım bir anda, bir zamanlar delicesine dua ettiğim şeyin gerçekleştiğini duymak... Evet kaderci olmamanın bir ödülü gibiydi sanki! Sen de artık yalnız bir kuldun bu dünyada. Prangaların yoktu, seni boğan yıkan karabasanlar, dört duvarlar olmayacaktı.
Ben sana dair iki AN'a sahiptim hayatımda. Biri seni gördüğüm yeşil gömlekli hafif sarhoş bardaki halin, bir de seni unutmaya yemin ettiğim an. Ama işte hayat oyun alanı ve bazen yaşanılası hale de gelebiliyordu. Bir an daha kaydettim bu hikayeye... O da senin çoklu şahıs ekinden tekli şahıs ekine dönmeye karar verdiğini duyduğum an! Mutluluk bazen binlerce kelimeyle anlatılamaz, bazı hikayeleri anlatmak için romanlara gerek olmaz...
Evet ben seninle mutsuz biten ve bittiğine inandığım ve ufacık bir umudu artık içinde barındırmayan ben, o anı tek bir cümleyle anlatabildim.
Ben O'nu Çok Sevdim!

23 Mayıs 2012 Çarşamba

MAYDANOZ KIZ: BİR KADIN TANIDIM, ADI:NERGÜL!

MAYDANOZ KIZ: BİR KADIN TANIDIM, ADI:NERGÜL!: Kırık kalpler sokağında oturmuş şarkılar söyleyen bir kadındı. Tek isteği hayatta her daim mutlu olmaktı ama bunun sürekli saklanabilecek,...

MAYDANOZ KIZ: Benim İstanbul'umun Çehresi...

MAYDANOZ KIZ: Benim İstanbul'umun Çehresi...: İstanbul! Benim için her gün okudukça yeni mucizeler keşfettiğim, bir başkası için bu kadar kalabalıkta yaşamayı delilik saydığı, başkasına...

Sezen ablamlı şarkılara anason eşlik ederse...

Bahar geldi çiçekler açtı. Tıpkı bu dünyada her canlının tanıması gereken; dünyanın en derin, en yaratıcı kadını Sezen ablamızın dediği gibi... Rumeli havası Boğaz'ın üstünden perdelerimizi hareketlendirirken begonyalar, laleler, papatyalarla biz kamaşalım, ee anason kokusunu da ekleyip biraz mayışalım!

Baharın akşam serinliğinde karşımda dalgalı kızıl saçlı deli dostumla, bir yunan meyhanesinde akşam üzeri ege usülünden keyiflenmekteyim. Akşam güneşinin uykuya çekileceği zaman aralığında meyhane müzikleri arasında Sezen ablamızın yeri olmazsa, evet o sofrada lezzet biraz eksik kalır ilkesi ile garsona sesleniyorum. "Bırak bu ikinci sınıf şarkıcıları, Sezen aç!" diyorum. Kafam hafiften güzelleşirken, yanaklarım da pembeleşmeye başlıyor.

Karşımdaki kadın ben içtikçe mi konuşuyor, yoksa rakı kadehte durduğu gibi mi durmuyor bilmiyorum. Anlatıyor, anlattıkça aşkı depreşiyor. Çünkü biz kadınlar bir adamı önce görüp aşık olur, sonra anlattıkça  daha da aşık oluruz... O anlattıkça aşık olduğum zamanları hatırlamaya çalışıyorum. Ben miydim her bahar aşık olan kadın, güneş olan yağmur olan hatırlamıyorum... Hatırlamak için daha çok içiyorum. Karşımdaki kadın konuşuyor. Ruhum aşk denizinde eski aşklarımı bulmaya çalışırken kulağıma şu sözler ilişiyor:
-Eee Maydanoz Kız, Sezen ablamız bile diyor. Beni kategorize etme! diye... Kızım bu adam beni kategorize etmeyi bırak üzerime bir etiken yapıştırmadığı kaldı.
İçine daldığım aşk denizinde bir anda dikkatim dağılıyor. Akıllı bir cevap bulmaya çalışıyorum. Neydi neydi neydi derken... Hah işte!
- Ee deli saçlı dostum benim sen de diyemedin mi matematikleştirme beni, çarpma, bölme diye!

İki kadın gülmeye başlıyoruz. Aşk ile alkol bir araya gelince biz kadınlar tatlı varlıklara dönüşüyoruz anlıyorum. Son zamanlarda bana  HP yazıcı modelleri içerisinde 2012 bahar modelim Mr. Canım, Alım, Balımdan bir mesaj geliyor. Bu bahar bir yağmurlu, bir güneşli hava derken, herkesin libido dengesini de altüst etti. Yine Mr. yazıyor yazıyor yazıyor. Kafam iyi, Sezen ablam "dilimin ucunda kelimeler, bir türlü söyleyemiyorum" derken kafamın güzelliği ile Mr. Canım, Alım, Balım'a "Ben içsem, sarhoş olsam üzerine kussam yine de beni sever misin?" diye yazıyorum. Soru bahane, maksatım adamın sabrını ölçmek!

Karşımdaki deli saçlı dostumun gözleri kayıyor."Kızım lan ben bu adama en iyisi bir hesap makinesi alayım?" diyor ciddi ciddi. Haydaa demeye kalmadan mesajıma cevap geliyor. "Sen kus, gerisini düşünürüz." diye.
Al diyorum işte kendi kendime mal soruya mal cevap!Sabır ölçme sorusu bu kafayla zor!
Ben her bahar aşık olacağım derken, aday adaylığından adaylığa bile terfi ettiremeyeceğimi anlıyorum...

İnsan neden içtikçe unutmak ister hem öncesini hem de içerken yaptıklarını bilmiyorum. Bu konuya sonraki yazılarımda eğilirim. Lakin Sezen ablamın "Bu gece" şarkısı çalınca burnumun direği  tekrar sızlıyor. İşte yine 2006 yılında bir bahar akşamına takılıp kalıyorum.

Al beni, götür kanatlarında bu gece
Uçurup diyar diyar sev beni sevilmediğim kadar
Unuttur yalnız yaşadığım her geceyi öyle gel...

İnsan dipsiz bir kuyuda hissedebilir. Zifiri bir karanlıkta kendini aşktan sarhoş edip uçurabilir. Ama hep aynı acıları, benzer aşkları yaşadığımızı ve bin yıl geçse de unutmayacağımızı bir tek Sezen Aksu bana hatırlatıyor.
Ya da hiç unutmamamı sağlıyor.

Sev, iste yeminler ederim aşka
Belki bir daha hiç tutulmazlar
İnanmasan bile gel, inandığım ne var ne yoksa
Hiç vermediğim kadar...

Şarkı bitiyor. Kızıl dalgalı saçlı yada dalgalı kızıl saçlı yada işte saçı her nasılsa karşımda benim gibi sarhoş olan dostuma dönüyorum.
- Al o dallamaya bir hesap makinesi, iyi fikir. Sezen ablamız da öyle yapardı diyorum.

Ruhumun şarkıların anasonla yaptığı kardeşlik sonucu dağılan parçalarını hiçbir hesap makinesi hesaplayamaz biliyorum...



BİR KADIN TANIDIM, ADI:NERGÜL!


Kırık kalpler sokağında oturmuş şarkılar söyleyen bir kadındı. Tek isteği hayatta her daim mutlu olmaktı ama bunun sürekli saklanabilecek, bir kutuya konulup nereye giderse gitsin yanında taşıyabileceği bir duygu olduğunu bilmiyordu. Hayatta hiçbir zaman sürekli olacak bir şeyin olmadığını bilmiyordu. Bu yüzden de gözlerini seviyor, dudaklarını öpüyor mutluluğunu her daim kılmak için elinden geleni ardına koymuyordu.

O deli bir kadındı. Kırık bir kalbi vardı. Saçlarını hiç taramaz, her zaman sokağın aynı köşesine oturur gelen geçene sataşırdı. Nerde mutlu bir çift görse ağlardı. Onları öyle mutlu gördüğüne ağlardı. Kendine ağlardı. Mutluluğunu sonsuza dek sürdüremediğine ağlardı. Onu görenler gene mutlu bir çiftin aşık deli divane insanların bu sokaktan geçtiğini bilirdi. Onun ağlayışları haykırışları mutlu bir haberin sessizce ve acınası bir şekilde anlatılışının simgesi gibiydi. O bir zamanlar çok mutlu olan ve mutluluğunu çabuk kaybeden bu yüzden aklını bir yerlerde  unutmuş ve bir daha bulamamış bir kadındı. Onun hikayesi herkes için bir dersti. Hayatta alınması gereken onlarca ders, anlaşılması gereken onlarca mesaj ve çözülmesi gereken onlarca şifre varken hep unutulurdu. Yapılması gereken onlarca iş en son güne bırakılırdı mesela. Mesela en dikkat edilen elden kaçırılır, en akla gelmeyen başa gelirdi. Hayat işte oyunlarla doluydu. Her tarafı sürprizlerle dolu bir yerdi. Bir kutu. Nereden baksan aynı yeri gördüğün kısır döngü..

Dünyaya gelmesi bir rastlantı yaşaması mucizevi bir olaydı. İsmi Nergül’dü. Nergül, nerde bir gül görse koklardı. Babası evli bir adamken annesini görüp aşık olmuştu. Hovarda bir adam işte genç bir kızın kalbini çalmış onu bir gülle kandırmıştı Olan olmuş, rahme bir tohum düşmüş nerde bir gül görse koklayan hovarda adamın bir kızı olmuştu. Hayatı bir rastlantı sonucu, sırf babası annesini gördü diye, sırf annesi babasına aşık oldu diye başlamıştı.  Duyanlar ismini yadırgardı. Nerdesin gül, Nergül  diye küçük çocuklar arkasından bağırırdı. Nergül hiç oralı olmaz yoluna devam ederdi. Hiçbir zaman hayatını rastlantılara bırakmadı. Rastlantı kelimesini hiç tanımadı. Bu kelime belki de tohumu annesinin rahmine taşıyandı ama Nergül hiçbir zaman bunu kabullenmedi. Hasssastı kırılgandı. Yasak aşkın solmuş gülü olarak çocukluğunu yaşadı. Hep gizlenmek, babasını soranlara iş gezisinde demek zorunda bırakıldı. Dört duvar arasında yaşadığı aile saadetini hiçbir zaman sokaklarla tanıştıramadı. Gene de mutlu bir çocukluk yaşamıştı Nergül. 

Annesi ince kırılgan, gül kokulu bir kadındı. Kızıl uzun saçları ile her akşam şarkılar söylerdi. Aşkını tek kişilik de, çift kişilik de yaşamayı bilmişti. Beklide sırf bu yüzden Nergül nerde bir aşık çift görse ağlardı. Belki de sırf annesinin akşam pencere önü beklemelerini, sevdiğini bekleyenlerin hikayelerini anlatan masallar anlatışını hatırladığından ağlardı. Kimbilir belki de babasını hatırlardı. Sen hiç kimseye beni anlatma, bende sana şeker alayım, oyun oynayayım derdi babası. Koskoca bir adamdı. Annesinin kızıl saçarlının yanında babasınınkiler pamuk tarlasıydı. Buruşmaya yüz tutmuş elleriyle yanağını okşardı. Her daim güzel sözlerle çağırır, annesinin kulağına gizliden hikayeler anlatırdı. Babası ile annesini ne zaman yan yana görse,  Nergül saatlerin durması, zamanın hiç akmaması için dua ederdi. Annesi gözlerini babasından ayırmazdı. Saniye olsa kaçırmazdı  bakışlarını! Gidince belki de an an anardı o dakikaları. Babası ne zaman gitse annesi ağlardı. Tek bir noktaya bakar, düşünceli düşünceli otururdu. Sonra gözlerini siler, Nergül’ü hatırlardı.. Sonra Nergül’ü hatırlardı. Nergül hiç bozulmaz, sessizce beklerdi bir köşede. İlk sıra her daim babasınındı! Belki de bu yüzden sokağın köşesinde gelip geçene masumca bakar, bir şeyleri bekler edasıyla oturturdu.

Yoldan geçen insanlarda annesinin bakışlarını, babasının buruşmaya yüz tutmuş yumuşak dokunuşlarını arardı. Nergül aşka aşıktı. Bir aşkın içinde neler vardı neler Nergül için. Hangi duygular, hangi özlemler, özlemeler… Biri ona kalkıp gelecek, elleriyle yanağını okşayacaktı. Babasının yumuşak buruşuk dokunuşlarını yaşatacaktı. Annesi olacaktı sarıldığında.  Tüm çocukluk düşleri ve gerçekleşen hayalleri olacaktı. Bir sarılınca dünya duracaktı. Aşığı olduğu aşkı, hayatının kaynağı olacaktı. Geçmişi, bugünü ve geleceği…

Geçmişini tekrardan yaşamak için nelerini vermezdi ki. O şanslılığının yanında şanssız bir kadındı. Nergül hayatının gerçek anlamda nerde başladığını biliyordu. Annesinin karnında değildi ilk var oluşu. Tüm çocukluğunda bir düşün parçası bir yalanın baş kahramanı ve ispatı olmuştu. Sanki bir tiyatro perdesinden seyircilere doğru akan bir hikayeyi yaşamış yaşarken büyümüştü.  Nergül çocukluğunun bitim anını hep şu cümleyle tanımlardı.
   
  “Ağzımda eriyen şekerlerin tadını başka şeylerde bulduğum zaman büyümüştüm.”

10 Nisan 2012 Salı

Benim İstanbul'umun Çehresi...


İstanbul! Benim için her gün okudukça yeni mucizeler keşfettiğim, bir başkası için bu kadar kalabalıkta yaşamayı delilik saydığı, başkasına göre iki günlük macera kenti ve daha niceleri... Ne olursa olsun İstanbul çözülemeyecek milyonlarca gizemli bilmeceden oluşan, sihirlerle dolu bir kent!

İstanbul'a ömrünüzün hangi aralığında kaç günlüğüne, kaç aylığına, kaç yıllığına gelirseniz gelin tıpkı ilk aşkınızı unutamadığınız gibi unutamayacağınız bir çehre zihninize kazınır.

Benim İstanbul'umun çehresi çekici bir erkek çehresidir. Gözleri Boğaz rengindedir ve bakışlarında akşam üzeri Boğaz'ın yemyeşil tepelerine yansıyan akşam güneşinin o huzur verici ışıltısı vardır. Bahar ayında açan erguvanların kokusu sinmiştir tenine. Elmacık kemikleri çıkıktır ve bana hep İstanbul'un kıvrımlı yollarını hatırlatır.Özellikle de Kuruçeşme'den Bebek'e doğru ilerlerken geçtiğim yol gibidir. Dudaklarındaki hafif alaycı tebessüm, gece hayatının hareketli, sürprizlerle dolu eğlencelerini gözümün önüne getirir. Güzel İstanbul çehrem denizden hafif yanmış buğday bir ten rengine sahiptir! Tarihi Yarımada da yürüdüğünüzde tarihin en önemli olaylarına tanıklık etmiş, uygarlıklara ev sahipliği yapmış, onlarca farklı etnik kökenin geleneklerini duvarlarına sindirmiş dimdik ayakta duran mimari eserlerini hatırlatır gibi parlar teni....

Benim İstanbul'um çok yakışıklı bir erkektir. Öyle ki ilk görüşte aşık olacağınız, sizi sürüm sürüm süründüren her an farklı yönünü tandığınız milyonlarca karaktere sahip bir erkek! İstanbul'un en iyi restoranlarında en iyi aşçıların yaptığı yemekleri yemekten hoşlanan, modayı delice bir tutkuyla takip eden ve elegant tarzına yakışacak en iyi tasarımları giyen çok şık bir erkektir.   Kentin tüm etkinlikleri kalbinin içinden gelen seslerle şekil bulur ve ruhunda canlanır. Bu yüzdendir ki her gün  farklı bir etkinlik sunar bu aşkta size...En çok kendisine aşıktır  benim İstanbul'um... Öyle ki sporunu düzenli yapar, güzelliğine dikkat eder. Hız tutkunudur. Bir kez kaptırıp gittiniz mi arkasından, asla yorulmadığınızı fark ettiğiniz bir hızda yaşamın akıp gittiğini fark edersiniz.   Yaşam motto'su "Hayat çok kısa, İstanbul ise bu kısa sürede okunamayacak kadar büyük!" tür. Yaşam tüm bedeninde ve ruhunda hayat bulur. Ve ben gerçekten yaşadığımı, en çok O'nunlayken anlarım.

O'nu ilk gördüğümde Boğaz'da esen ılık yeliyle sıcaktan bunalmış herkesi canlandırmaya ve kendi hızına adapte etmeye çalışıyordu. Her bir zerresini aklıma kazımak istercesine bakıyordum. Her baktığımda başka bir şey görüyordum. O kadar heyecanla atıyordu ki kalbim... Birden bana baktı. Gülümsedi. Kalbimin hızla attığını ve işte o an O'na aşık olduğumu anladı. Elime birşey tutuşturdu:
- Beni daha iyi tanıman için, dedi.
Elimde tuttuğum şeyin ne olduğunu anlamak için baktım.


Sadece O'nu tanımak, bir aşık olarak daha iyi anlamak ve O'na ayak uydurmak için bir çırpıda okumaya başladım ve bir daha ne zaman elime yenisini tutuşturacağını merakla beklemeye koyuldum...

Not: Peki ya sizin İstanbul çehreniz?

1 Mart 2012 Perşembe

Her Güne Bir Dizi...Dizi İzlerken Ne İçmeli?

Bir hafta neden 7 gün ve günlerin adlarını kim buldu? Sordum soruşturdum bilen yok. Google it kavramı ile hayatımıza değil dilimize bile yerleşen google amcanın bile aklı karışmış durumda. Bu aralar saçma sorular aklıma gelmiyor değil. Mesela en son gittiğim seyahatte otobüs koltuğuna benden önce toplam kaç kişi oturdu, restoranda yediğim tabak kaç kez yıkandı ve toplam kaç kilo su tüketildi... Soruların ardı arkası kesilmiyor zihnimde. Ama yok cevabı yok!

Haftanın neden 7 gün olduğunu bir kenara bırakırsak, ben her gün en az bir dizi izlemeye karar verdim. En son gittiğim Düşler Çayı ? barında kendini organizatör diye yutturan ama asıl mesleğinin oyunculuk olduğunu, televizyon kanallarında dans ederken öğrendiğim düşük zeka seviyeli adamdan sonra dizileri izlemeye ve artiz camiasını daha iyi tanımaya karar verdim.

Bu SON olsun Pazartesi!
Hayatı sondan başa doğru almaya başlasak aklımız karışır. Hele bir de sondan başa doğru giderken bir o yıla bir bu yıla giderken gözlerimiz kayar da gider. Ama yok SON dizisini izlerken öyle olmuyor. Berrak Tüzünataç'ı tanımam etmem ama sevdim. Hele ki kocası kabasakal Engin Altan Yanyatan... Bence senaryo da güzel, oyunculuklarda iyi. Pazartesi günü SON dizisini izlerken mutlaka filtre kahve içmek lazım! Çünkü detayları iyi takip etmek gerekiyor ve kahve dikkat dağınıklığına birebir!

ÖYLE BİR GEÇER Salı Kİ!
Benden daha düşkün, daha mazlum daha zor hayatı olanlar da varmış .Hatta bu ülkede körlerin gördüğü, ölenlerin dirildiği türk filmleriyle büyümüş çocuklar olarak Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisi ibret-i alem! Ağlamak istediğim zamanlarda içimin ağlama sinirlerini titreştirmek amacıyla bile ara ara izleyebilirim. herkes büyüyüp çoluk çocuk sahibi oluyor ama Küçük Osman hep Küçük kalıyor. Allah'ın takdiri işte... Mucizevi bir dizi... Mutlaka izlenmeli ve izlerken mutlaka bir kadeh kırmızı şarap içilmeli...


MUHTEŞEM Çarşamba
Kadın olmanın altın kuralları yazılacaksa bunu mutlaka Hürrem Sultan yazmalı. "O sana bir isim verecek işte o an senin gördüğün gözlerle dünyayı görmek, inandığın şeylere inanmak istiyorum, diyeceksin! " Ben hayatım boyunca otursam düşünsem böyle cümle kuramam. Herkese pabuç kadar dil uzatan ben... Bayanlar dikkat... Evde işler biriksin, ütü kalsın, yemek pişmesin. Sevgiliniz, kocanız oynaşmak yada gezmek mi istiyor. Katiyyen hayır! Oturup her kadın muhteşem Hürrem'i seyredecek ve ders alacak. İzlerken de mutlaka vodka redbull içecek. Malum?


PerşembeGÜL'ün SUÇU NE?
Yurdumun nadide bir kasabasında büyümüş, yazmalı Gül'ün başına gelenler beni benden alıyor. Yemin ediyorum biraz ebleklik var kızda. Alıp önce derdini soracaksın sonra eğiteceksin. Bu diziyi izledikçe kız çocukları okula kampanyasına daha çok destek veresim geliyor. Fatma Gül'ün Suçu Ne deyince şimdi ben söylerdim ama diyesim de var... Hele o erkek dünyası midemi midemi kaldırıyor. En iyisi izlerken çay demleyip içmek! Nihayetinde Fatma Gül de beni izlese mutlaka çayını demler, eliyle açtığı böreği pastayı koyar yerdi.


Adını CUMA Koydum
Artık Cuma akşamları program yapmak yok. Cuma gecesi bugün ne yapsam nereye gitsem kaygısı bitti. Oh be! Ben Emir gibi yakışıklı ve kararlı sevdi mi tam seven adam, Feriha gibi de baht diliyorum bütün gönlü geçmiş kocamış kadınlara. Daha ne diyeyim. Feriha'yı izlerken küçük ergenlik dönemlerim aklıma geliyor. Bu yüzden Cuma falan hiç takmadan oturup muzlu sütümü içesim geliyor. 


CUMARTESİ Devri
Osmanlı tarihinde ki Lale Devri bölümü artık bu diziyle yer değiştirsin çünkü daha çok entrika var. Ben bu diziyi üç farklı kadından birer tane çocuğu olan (üçüncüsü yolda..) Tolgahan Sayışman için değil Hatice Aslan için izliyorum. İzlerken o yaşta o fit vücuda sahip olduğu için de zayıflama çayımı eksik etmiyorum.

BEHZAT Ç değil BEHZAT Pazar!
Behzat Ç gibi adam başa bela adamdır. Adamın her hareketi bir tez konusu bence. Ankara'lı olmak İstanbul'lu olmanın yanında ezikken şimdi bütün Ankara'lılar Behzat Ç. ile kendini buldu. Adamlar sanki bir dizi yapmıyor da Ankaralılar Dayanışma ve Sosyalleşme Derneği için atılım yapıyorlar gibi... Behzat Ç.'yi izlerken serseri zıpır ruhum ayaklanıyor. Bu yüzden koca göbek olmayı göze alıp bira ve cips keyfi yapıyorum.

Haftamın her günün şenlendiren dizi sektörü, yapımcılar, oyuncular, set çalışanları iyi ki var. Yoksa ben kukuman kuşu gibi evde ne yapacağımı bilemez otururdum...

Şubat Ayına Dair...

Yeni yıla hem hızlı hem yavaş girdi Maydanoz Kız. 2012 için tüm dileklerim sizler için gerçekleşmeye başladı mı bilmiyorum ama benim için dileklerimin gerçekleşmesinde ilk adımlar atıldı. Neler derseniz?

* Geçmiş Aşklar Mezarlığımı Temizledim:
Temizlik imandan gelir diye boşuna dememişler. Hayat geçiyor ve bazen sakladığımız bütün anılar, eski aşklara dair fotoğraflar bir yük gibi omzumuza yükleniyor. Bizi yaşam akışında yavaşlatıyor. Ee yeni bir yıl yeni bir ben misyonuyla "Kızım Maydanoz kalk hadi temizlik vaktidir!" deyip malum mahalle bakkalıma gittim. İki şişe tuz ruhu aldım. Yalan Dünya dizisinde Servet Hanım klorak tutkunuysa ben de tuz ruhu hastasıyım. Banyo duvarına sinmiş sarı lekeleri silme ve mikro organizmaları öldürme isteği duyuyorum. Evime geldim. Eskimiş bütün aşık tişörtlerimi, fotoğrafları, saçma hediyeleri, özel günlerden kalma şarap şişelerini-sinema biletlerini ve bilumum bütün gereksiz eşyayı bir kutuya koydum. Amanın görmeniz lazım. Ikea mucizevi saklama kutuları "Eviniz küçükse üzülmeyin, biz zekiyiz çözeriz!" mesajları iyi ki var. Allah Ikea tasarımcılarına zeval vermesin. Kutumu aldım evimin önüne koydum. En son takip ettiğimde biri kutuyu açmış karıştırıyordu. İşin en güzel yanı özel hayatıma hiç gasp edilmiş hissetmememdi. Eski Maydanoz olsa cadalozluk yapar, hemen sokağa çıkar, bin laf ve tavırla kutuyu alırdı. Sonra ağlamaklı içeri girer, bir çocuğun annesine sarıldığı gibi kutusuna sarılır ağlardı.
Ama değiştim. Yılbaşı gecesi bana bir şey oldu. Saat tam 12:00 olduğunda Külkedisi misali bal kabağına dönüşmemek için mi dersiniz, yılların yaratmış olduğu pişmanlık mı dersiniz... Artık yüklerimden kurtulmak için adımımı attım. Kim ne derse desin, hıh!

** Aldığım En Güzel Telefon
Geçen yıl bu zamanlar Bay Tel Kafa'nın Amerika sevdaları ile uğraşıyordum. Hogatha adlı yöneticimin psikolojik baskıları, ofis ve ev arasında geçen sıkıcı yaşantım ve bir rutine dönmüş iç bayıltıcı karakterim ile umutsuzca sizle tanışıklığım... Her şey geride mi kaldı, hayır. Hayatım geçen yıla göre muhteşem mi  o da hayır. Aslında değişen bir şey yok. İşimden ayrıldım, Bay Tel Kafa'yı şutladım. Kendim dışındaki herkesin aşk hayatına dalıp binbir hikaye yarattım. Gel zaman git zaman Yaratıcı Hayallerinizi asla es geçmeyeceğiniz bir işim oldu. Artık dünyanın en saçma fikirlerini dünyanın en güzel fikriymiş gibi görebilecek bir iş ortamına sahibim. Çünkü tek kişilik dev kadro olarak yaptığım en saçma işi bile iyiymiş gibi övme yada yerma hakkına sahibim. Dev Kişilik Dev kadro stand-up gösterimi ileriki yıllarda yapacağım ama 2012 yılına girdiğimiz ilk andan itibaren aldığım en güzel telefon; ilk işimin onaylandığı haberiydi.

***Artık Ne Hissediyorsam Söylüyorum Bu Yüzden Başım Biraz Derde de Girdi Ama...Olsun!
İzbe yaşantımı renklendirmek istiyorsam biraz oto kontrolü elden bırakmam gerektiğine ve insanlar hakkında ki görüşlerimi yüzlerine de söyleme becerisi edinmem gerektiğine karar verdim. Bu fikir nereden sünger beynime geldi derseniz. Bir an... Dünya durdu, durdu insan... 01.01.12'de 00.01 de Victoria's Secret defilesini erkek egemen bir ortamda mecburi izlerken saçma ortamlarda, saçma durumlara karşı fikrimi söylemem gerektiği fikri ile çalkalandım. Sonra kendimi sürekli konuşurken buldum...
En son "...egosantriksin...16 yaşında ergen gibi davranmayı bırak da işimizi yapalım!" deyince adamın tekine,  bana hakaret davası açılacağı haberi ile şoke oldum. Hohoooo eğlence başlasın. Resmi yazı daha gelmedi ama gelirse de umurum değil. Fikir özgürlüğü diye bir şey var! Ve ben 2012 de bunu sonuna kadar savunacağım...Söz!

****Kötü Alışkanlıklar Out, İyi Ev Kızı Halleri In!
Camia da iyi sevgili bulamayan her kadın şöyle diyor:"Ulan ortam kaşar dolu. Ben ise modern, akıllı, iyi aileden gelmiş biriyim. Kaşar mı olmak lazım illa ki yoksa sülük karılara mı döneyim! Bende mi sürteyim sokaklarda, barda adamlara yavşayayım.Zavallı kadın numaraları çekeyim, yavşaklık edeyim..." Kadınlar camiası karışık ve umutsuz. Erkekler dibini göremeyecekleri bir kuyuya kafalarını daldırmış...2012 yılında artık bu yorumlara asgari tutarda maruz kalmak istiyorum. Kendimi pasta yapma kurslarına, mutlu çift ziyaretlerine, sıkı dizi izleyicisi olarak bar yerine tv kanallarınıda sürtmeye adadım. Şimdilik iyi gidiyor. En azından sabahın köründe millet bininci rüyasını görürken, bardan çıkmıyorum artık! Kötü alışkanlıklarımı devirdim artık iyi bir ev kızıyım.

Bütün bu değişimler sıkı ve harbi! İçimden geldiği için hiç zorlaması da yok hani... Değişim nedir diye sormuyor değilim kendime. Her gün aynada baktığım çehrem bile değişirken değişimin önüne geçilemeyeceğini anladım. 2012 yılının ilk ayları temizlik aylarımdı. Ama atraksiyonlarım asla peşimi bırakmayacak biliyorum. Ya sizin?

30 Ocak 2012 Pazartesi

Ona Her Seyi Söylemek İstedim

Ona herseyi söylemek istedim. Son bir aydır uzayda bir yolculuğa çıkıp yine saçma gezegenlerde vakit öldürmüştüm. Onu unutmuştum ama o bunu bilmiyordu. Halbuki o beyaz bulutlarla dans ettiğimi ve acayip güzel şarkılar söyleyip keyiflendiğimi düşünüyordu.

Ben O çizdiğimde başkaları topitop çizip canımın topitop istediğini zannediyordu. O ise O'nu kendisi yani O olduğunu biliyordu. O lar havada uçuşurken portakallı çilekli zencefilli ( ki zencefilli O hiç var olamadı) şekerlerden biriydi.

Ben yollarda uçup uçup ana karayı bulmaya çalışırken karlar yağıyordu . Gördüğüm tüm erkekler tek tip kardan adamlara dönüştü. Masumlaştı. Ben sanırsam karı ilk defa tüm erkekleri masumlatırdığı içni sevdim. Aslında erkekleri değil tüm insanları... Ama yok en son siyah gözyaşları döken punkçı arkadaşım lanet ederken tüm dünyaya ve aşka içimi karalar bağlamıştı. Belki de bu yüzden kar yağınca ferahladım. An-la-mak kelimesini kar topu yediğim anda çözmeye çalıştım. Gözüme tam gözüme soğuk bir his kondu. Halbuki ben hep sıcak hislere alışmışken...

Canım yandı. O an O'na herşeyi söylemek istedim. Soğuk nevale aptal kişilik demek istedim. Üşüdüm insan gözüne gözüne birşeyleri sokup sonra nasıl susar demek istedim. Üşüdüm o an canım ısınmak istedi. Evimi en çok da duygusal bağ kurduğum kanepemi ve evlatlığım Pipi'mi özlediğimi fark ettim.

Ve dondurucu soğukta bir kış günü neden yalnız başıma, battaniyenin altında sıcak su torbaları ile ısınmaya çalıştığımı anladım. Ben O'na söylemek istediğim herşeyi o kadar kendi kendime tekrar ettim ki artık bir anlamı kalmadı...