22 Şubat 2011 Salı
A...B...C...TÜM ŞIKLAR SENDİN...
Aşk nedir diye sordum içime. Evrende kimsenin bilemeyeceği bir tanım bulmak istedim. Dünyada var olan bütün dillere ait her kelimeyi içinde barındıracak ve asla noktalanmayacak bir cümle...
Ben bir kelime seçmek istedim senin için. Ama bulamadım. Sonra aniden saçma sapan bir ortamda hem de alakasız bir iş yaparken aklıma seni tanımlayacak en güzel kelime geldi: Silgi!
Evet sen eşittir ben falan değildin. Sen eşittir SİLGİ'ydin. Bana geldiğinde tüm geçmişimi silendin. Tüm korkularımı, tüm yalnızlıklarımı, tüm hırslarımı ve kötü yanlarımı. Bu yüzden seninle buluştuğumuz an sana bir silgi hediye etmek istedim. Hani şu ilkokuldayken okulun karşısındaki bakkal ile kırtasiye karışımı, ne sattığı belli olmayan Tomris Teyze'nin dükkanında satılanlardan...
Hatasının üzerini kalemle çizip, "Gözümün önünde dursun bir daha yapmam böylece!" diyenlerden hiç olmadım. Günahlarıyla, sevaplarıyla hep en baştan başlayanlardandım. Beni üzen, kızdıran, tüketen herşeyi silip, balık hafızamdan iyice kazıdıktan sonra herşeyi unutanlardandım. Sırf bu yüzden aynı hataları onlarca kez yapıp hiç uslanmayanlardan oldum. Bu yüzden dizlerimde yara izleri çok, aşkın ilk zamanlarında biraz ürkek dururum! Ama sen... Benim mis kokulu silgim! Üzerinde Arı Maya resmi olan açık yeşil silgim...
Yolumun üzerindeki ilk kırtasiyeye girip aldığım silgiyi, sana hediye etmek için evine geldim. Kapıyı açmakta ki gecikmene anlam vermek zordu. Saçının dağınıklığı, eve beni almak istemeyişin, saçma sapan cümlelerle kapının önünde beni dikmen... Bazen bir şeyleri anlamak için yanlış zamanlarda doğru yerlerde olabiliyordu insan. Bazen hiçbir şey görmeden, konuşmadan herşeyi anlayabiliyordu. Neden hep o anlarda insan sadece yok olmaya odaklanıyordu. Seni öylece çaresiz ve silik gördüğüm an yıkıldım. İçerideki manzaranın canı cehennemeydi. Sen yapacağını yapmıştım. Bana balondan bir dünya yaratıp, bir hamleyle iğneyi batırmıştın. İçim senle doluydu kapının önüne gelene dek. Şimdiyse içimde an geçtikçe fıssssss diye çıkıveren havadan başka birşey değildin. Ve ben sadece donmak ve yok olmak istiyordum. Buzulların içinde öylece tam hareket halinde donan bir kedi gibi ya da ayaklarını yere iki kez vurunca anında yok olan Tatlı Cadı Samantha gibi...
Dondum, yok oldum, fısss'ladım...
En mükemmel dediğimiz, gözümüzde ilahlaştırdığımız insanlar da hata yapabiliyor anladım! Halbuki sana kadar ve senden sonra diye ikiye ayrılmıştı testlerdeki yanılgı düzeyim. Sen benim için yanlışlarımı doğruya çeviren adamdın. Bu yüzden tüm şıklarımda seni işaretliyordum. Hayat oyununda açık uçlu sorular dahil tüm şıklar sendin. A.. B...C... Hepsi sendin. Ama D şıkkını unutmuşum şimdi fark ediyorum.
"Senin hayatında sildiğin onca hatayı kendisi yaparsa yine de sever misin?" sorusunda D şıkkı:
"O zaman mükkemmelim olmaktan çıkar ki!" idi.
Tam işaretleyecekken gözüm E şıkkına takıldı. "Hiçbiri!" yazıyordu.
Hiçbiri... Ne "sana körkütük her koşulda aşık kalacağım, ne aşkınla senin hatalarını da silebileceğim, sensizliği asla düşünemeyeceğim" cevapları yetiyordu şimdi bana... Sadece "Hiçbiri"... Hiç'likten doğan ve artık biri diyebileceğim kimseyi istemeyen bir "Hiçbiri". Senin yaptığın hatayla artık mükemmelim bile olmayacağın gerçeği yetmiyordu.
Silgim cebimde kalmıştı. Ben geçmişsiz, hatasız, mutsuz, ansız yani hiçbirşeysiz olarak dönüp arkama gittiğimde zihnimde ve kalbimde tek bir kıpırdama yoktu. Silinmiş ve defterde hafif izi kalmış bir hataydın artık. Ve ne kadar istesem de geçmişte ne yazdığımı bir daha asla balık hafızamla okuyamacaktım. Çünkü ben dedim ya " Beni üzen, kızdıran, tüketen herşeyi silip, sonra balık hafızamdan iyice kazındıktan sonra herşeyi unutanlardandım. "
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder