12 Nisan 2011 Salı

İFLAH OLMAZ HAYALPERESTLER!

Geçmiş hayatımızdaki her anıyı en ince detayına kadar hatırlamamızı sağlayacak eşyaları toparlayabilsek keşke... Geçmişte bıraktığımız tüm hataları ve sevapları unutmamak adına, yeni olan herşeye bir adım atarken elimize alsak birer birer. Otursak bir köşede uzun uzun ansak, bizi şu an var eden herşeyi! Hayat daha mı kolay olurdu dersiniz? Sürekli tekrarlanan ve bir süre sonra küçücük bir döngüde basitleşen hayatlarımızda kendimizi avutacak ve bize bizi hatırlatacak anılarımız.

"Sen bu acıyı bir kez daha yaşamıştın.Sonrasında atlatırken aynı duyguları hissetmiştin.Şimdi bu yüzden üzülme!" dese mesela elime aldığım küçük biblom.
Unut beni diyenlerin ardından el sallarken, bir diğer avucumuza saklasak bize o anı asla unutturmayacak olanı. Sonra önümüze bakabilsek, geçmişi sadece ders almak için ansak kahrolmak için değil! Ve bilsek bir yerlerde bizi de anan birilerinin olduğunu...

Sürekli aynı hataları bile bile yapan, bazı zamanlar dibine kadar inen ve o karanlıkta kaybolanlardanım bende! Ama biliyorum ben ve benim gibiler yüzünden evrenin üzerinde hafif melankolik ve umutlu rüzgarlar eser... "Dünya dönüyorsa bizim gibi iyilerin yüzündendir klişesi" değil ama dünyada hala film kareleri, masallardaki kahramanların hikayelerinin canlı uygulamalarını duyuyorsanız bilin ki bizdendir.

Çünkü biz İFLAH OLMAZ HAYALPERESTLER, bu dünyanın çok saçma ve komik hafif de çatlak bir ironiler kraliçesi olduğunu bilenlerdeniz. Bu nedenle her aşkı acısıyla  kabul ediyor, her mutluluk sonrasında derin bir sessizliğe gömülüyor, evdeki kalabalıklar teker teker gittiğinde huzurun ayak seslerini bomboş odalarda duyabiliyoruz.

Çünkü bir el bize uzanmasa da görünmeyen bir elin her daim omuzumuzda bizi koruduğuna inanıyoruz. Hayallerimizi gerçekleştirirken insanlar "Saçmalama deli misin?" dediğinde içimizden kahkahalarla gülmek geliyor. Deli olduğumuzu kabul ediyor, bizden daha deli olanlar yüzünden hala önyargıların, sınırların olduğunu biliyoruz. "Sensin deli!" gibi çocuksu bir cevapla bu tepkilerine karşılık vermezken, dudaklarımızın kenarına hafif alaycı gülümsemeyi yerleştirebiliyoruz.

Bazen inandığımız tehlikeli yollarda koşarken yere düştüğümüz, dibe battığımız oluyor. Ama evet biz iflah olmaz hayalperestler her seferinde  kalkıp "Devam!" demesini de biliyoruz... Bu nedenle asla hayallerimizden vazgeçmiyor,  umudu tıpı nefessiz yaşayamazmışız gibi içimize derin derin belli aralıklarla çekiyoruz. Ne de olsa tüm acıların yavaş yavaş tıpkı bir sigaranın yanıp kül oluşu gibi bir zaman sonra tükenip bir yığına dönüşeceğini ve o andan sonra yanımızda yeri olmayacağını biliyoruz.

Vazgeçmeyenler ve asla iflah olmayacaklara...

8 Nisan 2011 Cuma

Rumeli Havasında Aşk!

Deliveren bir sevda bizimkisi... Ne okuduğum kitaplardaki, ne de hayran hayran izlediğim romantik filmlerdeki aşklara benzer... Ben daha çok küçük bir kızken, pencereden akşam üzeri izlerken sokaktaki çocukları Suriye'nin tozlu rüzgarları sokağımıza gelirdi. Kimin tenine değip geldiğini düşündüğüm rüzgara seslenir, postacı gibi durdururdum öylece. Bir gün ben büyüyecektim ve aşık olacağım adama şimdi rüzgarın ellerine bıraktığım nefesimi götürecekti uzaklara... Ve benim daha tanımadığım arz-ı şahanemin tenine mühürleyecekti tüm kalbimi bıraktığımı nefesimi! Bu yüzden ne zaman rüzgar tenime değse, sen beni bulana dek nefesimi derince iç çekip bıraktım rüzgarların kollarına...

Benim bütün rüzgarlarım sana değmiş ki buldun beni! Hiç umulmadık bir anda hem de tam çaresiz bir anda.. Korkarken ve kendini bulmaya çalışırken hayatın karmaşı içinde!

Benim bütün bildiklerimi bir tartıya koyduran bir kara tutku bizimkisi. Çünkü sevgilim sensindir bana içimdeki tutku dolu kadını keşfettiren ve yine bilirim ki bütün tutkular derin kör kuyulara atar aşık bedenleri. Kirpiklerim tenime değecek kadar uzundur benim ve gözlerimin içindedir benim kör kuyularım. Sen bana ne zaman baksan aydınlanır  ruhum, derinlere inerim her bir kirpiğime basa basa... Çünkü senin ışığın aydınlatırken ruhumu asla korkmam! Çocukken beni bulamayacaksın diye hiç korkmadığım gibi...

Bu aşk bir miladdır benim ahir ömrümde! Senle başlayan ve senden sonrası olmayacak bir rüya... Aşk nedir diye soruyorum herkese. Cevabını veremeyecek kilitli kapılar ardında perişan yüzleri görüyorum. Üzülüyorum sevgilim onlar için. Çünkü katmer katmer artan sevdamız içerisinde taşı taş, toprağı toprak olan bir dünyanın ötesine hiç gidemeyecek onlar. Yıllardır süren bu aşk içerisinde yine yıllardır seni her gördüğüm anda kalbimin beni hızla çekip uçurduğu o masalsı diyarları da göremeyecekler. Ben senin maviliğinde kaybolurken, onlar denizin mavisini mavi zannedecekler.

Ben seni ilk gördüğümde yüzümü eğmiştim önüme hatırlar mısın? Uzun yemeklerimizde, Pazar kahvaltılarımızda da kafamı kaldırıp bakmaya korkmuştum. Bir zamanlar süt kokulu ellerimle sana gönderdiğim rüzgarların izini gördükçe bedeninde kafamı kaldıracak takati bulamıyordum.Çünkü ben tüm ömrümü sen beni bul diye bekleyerek geçirmiştim. Beni bulan rüzgar adamı bulduktan sonra ya kaybedersem diye korkmuyor da değildim! Sense onulmaz acıların, büyük ihtirasların adamı olarak neyi beklediğini bilmeden, beni sarmalamak için beklermişsin onca zaman bilmezdim. Ben ne zaman derin köy kuyulara bırakıldım o vakit anladım. Çünkü...

Çünkü bu aşk mührüdür var olmamızın... Kimi aşklar sahicidir ama kısa ömürlüdür tıpkı tazecik bir kelebeğin ömrü gibi... Kimi aşklar sözde kalır, ihtiraslara saplanır kaybolur kozmos da. Kimi aşklar da mühürler iki kalbi bir ömür hatta ömürden de ötedir. Bizimkisi bu yüzden rumeli havasında aşktır.  Yüzyıllar geçse de, savaşlarla, felaketlerle yıkılsa da koca cihan yine esmeye devam eder semalarda gizlice...

7 Nisan 2011 Perşembe

Tarikat, Şeriat, Hakikat!

Kubbelerle sarılı bu kentte içimdeki yankılanan ses ile karşımdaki muhteşemi seyre dalıyorum. Bembeyaz elbiseler içerisinde ruhunu tevazuyla örterken, ellerini gökyüzüne kaldıran bu kulların içindeki inançtan derin bir şekilde etkileniyorum. Sufizmin derinliklerine dalıyorum ince bir ney sızım sızım sızlatıyor ortalığı! İçimden dışarı taşmak isteyen tüm korkularım, tutkularım, acizliklerimi salıyorum gökyüzüne...

Şeriat mı bu içimde yarattığım "senin ki senin benim ki benim..." dediğim... Kendime yarattığım bir kabuk benim şeriatım. İçimde dolanan tüm çıkmazlarımı kapatan, sana dair tüm umutsuzluklarımı örten bir kabuk!  Benim aşk tarikatım da özü bulmaya odakladım kendimi. Özümde ki umut kırıntılarına tutundum. Ellerimi açtım en doğru yolu bulmak için ve tevazu içinde sabırla beklemeye başladım.


Marifet ne kabuğun içinde saklanmak, ne özümde seni aramak! Asıl marifet ne hakikat ne de aslolan! Sana olan salt saf aşkımmış, ben sabrettikçe anladım.

Dışarı çıktım. Bu kadarı ağır geldi! Bembeyaz eteklerin hızla durduğu noktada dönerken kumaşın birbirine çarparken çıkardığı sesi duyduğumu fark ettim. Bu kadar detaya takılmak ağır geldi. Yürümeye başladım. Yolda onlarca insanın suratında kaybolmuşluğun ve çaresizliğin resmini gördüm. Çocukların gülüşleri kulağımdaki sesleri sildi, içim umutla doldu. Sonra karşıdan heyecanlı bir grubun bana yaklaştığını gördüm. Bir anda beni aralarına aldılar. Delicesine naralar atıyor, ellerindeki bayrakları çılgınca sallıyorlardı. Yüzlerini boyadıkları renkler tüm bedenlerini, ruhlarını da boyamıştı.

"En büyük ..." diye başlayarak fanatik ruhlarını adadıkları takımları için, onları en çok mutlu eden, en çok sinirlendiren, en çok heyecanlandıran için delicesine bağırmaya başladılar. İçimdeki sakinlik ve dinginlik üzerine tutku yağmurları yağarken,  heyecanlandığımı hissettim. Hayatımda hiç bir şeyin bu kadar derinden fanatiği olmamıştım ben sana gelene kadar. Ben tutkuyla bağlandığım herşeye biraz mesafeyle ve korkarak yaklaşmaya alışmıştım. Şimdiyse çevremde dolanan insanlar bana korkusuzca  gerekirse uğrunda ölecek olmanın, gerekirse dibe vurmanın namelerini okuyorlardı. Anladım, içime yazdım tüm nameleri!

Yürümek güzel şey hele ki kafada binbir sorgulama, binbir açmazlar var ise... İki ucu görmek ve iki uç arasında gidip gelirken kendi özüne bakmak. Ben hakikatimi yazarken bir tarikatinin karşı konulmaz fanatiği gibiydim. Sensiz bir hiç değildim ama özüme dönüp bakınca o kara boşlukta tevazu gösteremeyecek kadar başkaldıran bir kuldum. "Hiç bir acı öldürmez bu da unutulur geçer!" dedim kendi kendime.

Çünkü sen benim tarikatim, şeriatım en gerçek olanım yani hakikatimdin.

Çünkü sen ne benimdin ne ben senindim...

Senden Ne İstiyorum?

Gözlerimi kapatıyorum ve o karanlıkta huşu içinde kendimden geçiyorum. Biraz önce kulakları sağır eden müziği, dostlarla içilen içkileri ve izmaritlerle dolu küllükleri bırakıp geldiğime inanmak güç! Karıncalanan hücrelerimde etanol gezerken yatağıma kapanıyorum. Keşke yanımda olsaydı! Keşke hep benimle olsaydı. Biraz önce doluca söylenen o cümleler yerini boşluğa değil, yanımda çarpan kalbe doğru akardı.

İçimde kıpraşan yalnızlık melankolisi ile kolonya içsem kafa bulamayacak gibiyim. Ben seni tanıdığımdan beri yarı ayık hovardanın tekiyim. Yalanlara, kandırmacalara, dünyadaki bütün yanlışlara eğilimli hallerimin nedenisin. Yok boşvermişliği hala beceremiyorum. Sen bana binlerce kilometre uzaktayken ve bir mesajı bile esirgediğin günlerde bana uykular bile haram!

Sakin bir denizdim ben. Kendi halinde bir yaşamı olan bir iç deniz! Bir gün büyük fırtınaların beni de kasıp kavuracağını, buharlaştırırken çılgın dalgalar yaratacağını bilemeyecek kadar kördüm. Şimdi haftada bir aramanla çoşan, sonraki altı gün bir sonraki seferi bekleyen yani fırtınaya aşık olan ve her fırtına gelişinde biraz daha buharlaşacağını bilen bir kadına dönüştüm. Neye yarar ki gerçekler! İnsan kendisini tüketeceğini bile bile yol alır mı bir gerçeğe doğru? Ben alıyorum. Bu nedenle başkalarına "asla!" ile başlayan büyük cümleler söylemekten, yargılamaktan delicesine korkar oldum. Geçmişimde yaşadığım onca acı bile vız geliyor. Bu aşk iflah etmez ikimizi de biliyorum ama bir yanımla da bir umuda bağlanmk istiyorum.

Yatağımda öylece tavana boş boş bakarken içimdeki düşüncelerle arafta kaldığımı hissediyorum. Vicdanımla bir gün yüzleşmekten korkuyorum. Yok yüzleşme vakti şimdi değil! Ne zaman  senden  ve senin bütün imkansızlıklarından söz açılsa, konuyu kapamak için var gücümle çabaladığımı fark ettim. Sadece çocuksu hayallerimi anlatsam başkalarına ve sana! Halbuki kimseye anlatmadığım onlarca an yarattım beynimde. Güneşin yavaşça yüzünü denizin üzerine döndüğü bir sabaha birlikte uyanırken, arkamdan bana sarılmanı ve beni bir daha asla bırakmayacağını söylemeni istiyorum. Sahile inmek, saçma sapan konular hakkında konuşmak, bizim gibi yaşadıkları yerlerden ayrılan onlarca insanla tanışıp, anlık dostluklar kurmak istiyorum. Seninle belki de en değerli olanı hiç konuşmadan yanyana oturup derin bir suskunluğu paylaşmayı hayal ediyorum. İçimden taşmak üzere olan kelimelerim var. Ve haftada bir kez değil bir ömür otursak konuşsak yetmeyecek...

Telefonum çalıyor. "Acıların kadını Bergen gibiyim. Kadın yüzüne kezzap yedi ben de kalbime! Çok aşığım lan Bonibon!" diyorum karşımdaki cıvıl cıvıl sarhoş sese.
- Delisin kızım ya! O kezzap kalbini eritecek, söz ben de yenisini alıp takacağım hatta Mehmez Öz'ü sana getireceğim. diyor.
- Çok yakışıklı lan o adam. Kalbim durabilir nakil sırasında! diyorum gülmeye çalışırken.
- Ha şunu bileydin. Kokpitten poz veren adamlar bize göre değil. Cerrah olmalı içimizi deşerken bizi yenilemeli...

İçimi deşerken beni yenileyebilsen... Kendini sıfırlayabilsen ve herşeyi bir kenara iterek "İşte geldim. Tıpkı sana tam 6 ay önce söz verdiğim gibi  Sins!" diyebilsen. Ama yok erkekler kadınlar gibi cesaretli değil.  Senin için ülkemi, dilimi, bildiğim bütün alışkanlıklarımı mesela sabahları terasımda içtiğim türk kahvesini, dostlarımla gittiğim barları, söylediğim bütün şarkıları, ailemi herşeyi bir kenara atabilirken sen "Zaman!" diyorsun. Bana cümleler kurmanı istiyorum. İçinde hayallerin değil gerçeklerin ve senin bütün düşüncelerinin dolup taştığı... Gerçekleri hayallerinden arındırarak yalın ve belki de başkaları için dünyanın en boş en aptalca cümlelerini kurmanı bekliyorum...
Bana beni nasıl düşündüğünü değil benim yanımda nasıl olacağını anlatmanı istiyorum...
Bana ardında bırakacağın herkes için üzgün gözlerle değil, benimle atacağın her bir adım için nasıl heyecan duyduğunu anlatmanı da...
Söz bende o zaman sana dünyanın en yalın, en asit ve en anlamlı cümlesini kuracağım...Ve asla sen söylediğine "Tamam!" diye cevap vermeyeceğim....

P.S. Sins için Balkanlara doğru...

5 Nisan 2011 Salı

Turta Tadında Hayat İstiyorum!

Burnumun direği sızlıyor. Çok sigara, bol alkol ve kahveden olsa gerek! Ya içimde beni çürütmesine izin verdiğim düşüncelerimden yada sigara-alkol ikilisinden öleceğim. Hangi nedenden olursa olsun kaçış yok! Derdim sadece mutlu ölmek... Bir gün ölürken mutlu ölmek ve sonsuza dek mutlu kalmak...

İçim sıkkın... Düşüncelerim karmaşık. Hava bu kadar gri olmasaydı yazımın ilk cümlesi bile farklı olurdu eminim. Güya bir de bahar geldi diye çiçekler kandırmacadan açıyor yapraklarını. Yok bu işte bir iş var. Dünya kendi ekseninde bile dönemez hale geldi, mevsimler şaştı. Dengeler karıştı, uyku düzenim bile bozuldu.

Herşey ne kadar da gri bu hafta! Köprünün ayakları, denizin kendisi, aklımdaki sahneler ve İstanbul... Herşey gri ve flu...Sanki bulanık bir suyun akarken oluşturduğu o ince katmanın arkasından hayata bakıyorum. Bu yüzden detayları göremeyecek kadar körleştirdim kendimi. Sanırım kafam bu nedenle sürekli iki tek atmış gibi güzel!

Herşey gri ya ben içimdeki renkli dünyaya döneyim diye evden dışarı adım bile atmıyorum. İçimde hala yeşeren umutlar var. Eski defterleri bir bir ortaya döküyorum. Yere oturuyorum. Bir sürü duygu, an, kişi, fotoğraf... Ne çok hayata dair "şey" var burda... Şey.. Bir an duraksıyorum. Geçmişte kalan her-şey; o dönem kadar özel olduğu hissini yaşatmaz mı en az eskisi kadar? İçim sızlıyor. Halbuki ben bu şey'ler için kaç gece gülmüş, eğlenmişi, mutlu olmuş, sarhoş olmuş, ağlamış, dağıtmış, kanamış ve kanatmışımdır.

Defterlerin içerisinde bir not... Hafif eğik bir el yazısı ile özene bözene yazmışım. Yine böyle baharın ilk günleri elime kalemi alıp eski evimden ceviz ağacını izlerken...O günü çok net hatırlıyorum.

"...Kendini koskocaman balonunun içinde bulan küçük kız... Balona değen elleri o kadar yumuşak bir yüzeyde kaybolur ki... Kaybolacakmışlık hissi ile dolar o an içi! Yumuşak bir kalkanla durduğu vahşi ormanı fark ettiğinde attığı çığlıkla balon patlayınca işler de karışır.Kendini bu sefer tamamıyla kalkansız ormanın ortasında yapayalnız bulur. O kadar garip bir dilde konuşmaya başlar  ki kendi bile bu dili konuşabildiğine şaşar. Kaybolacakmış'lık hissi ile vahşi ormanının içinde kaybolan Küçük Kız! Uzun bir zaman yürüdükten sonra turtalarla dolu bir masa görür. Masanın üstüne güneş vurmaktadır. Üzerinde ise envai çeşit turta... Elmali turta, seftalili turta, protakalllı hatta kabaklı turta...
 Kız şaşırır kalır. Yorgun ve aç olduğundan mı, turtaların enfes kokusundan mı kendinden geçer bilinmez.   Burnunun ucundaki sıcak turta kokusu ile sarhoş olurken gözlerini kapar... " 

Yaz gelsin... Güneş açsın... İçimde çok umutlu bir kız çocuğu var. Onunla birlikte turtalar yapıp, dostlarla güzel muhabbetler eşliğinde yiyelim. Griler hep geride kalsın. Ne olursa olsun "Ben herşeyi yaptım. Bakın içimdeki rengarenk kişilikle gri gökyüzünü bile boyadım." demek istiyorum içimdeki bütün Maydanoz'lara... Turta tadında bir hayat istiyorum. Ve içimdeki bütün enerjiyi bu isteğe adıyorum...