İnsanın kalbinin ve aklının birleştiği anlar vardır hayatta! Mantığınız ile duygularınızın bütünleştiği ve sizi tamamlayan mucizevi anlar... İnsan hayata tutunmak, derdini, tasasını hafif alayla karşılamak adına mucizelere ihtiyaç duyar.
Farklı açılarda konumlanmış iki yakayı birleştirmeye çalışan bir köprü gibi hayat! Sürekli bir devinimde zıt olan herşeyi bütünleştirmeye uğraşan, bazı zamanlar sağlam olduğuna inandığımız bazı zamanlar ise hafif sallantıda kendimizi güvende hissetmediğimiz bir köprü...
İşte böylesine bir köprü üzerinde birbirine zıt yönlerde hızla giden iki arabanın, birbirlerinin yanından geçtiği o kısacık anı hayal edin! Evet işte öyle bir anda karar vermiştim ayrılmaya... Beynim, kalbim, ruhum ve bedenim herşey o yanımdan hızla geçip giderken birleşti. İkimizde birbirimizde zıt yönlere doğru yol almaya karar verdiğimiz anda kopma'lar başlamıştı zaten. Halbuki yanyana ne çok yol katetmiştik.
Trenden indiğim an, bir zamanlar bisküvi kokan bu kentte gözlerim O'nu aradı. Koskoca ömrümün koskoca beş yılına şahit kişisiydi. Bir yarım bensem, diğer yarım O'ydu. Ben trenden inen sevgiliydim, O ise her inişimde beni sıcacık karşılamaya hazır bekleyen sevgiliydi. O hayatımda yazılan bütün özel anların ilkiydi. Geçmişimin nirengi noktasıydı...
Çok zaman önce kentin en işlek caddesinde konumlanmış fabrikada biskivüler piştikçe, kente yayılan tazecik kokusu ile büyülenirken, biz aşkın doruklarında kendimiz için yarattığımız bambaşka dünyamızda aşkımızı yaşardık. Porsuk çayı akarken, sürükledileri arasında az buçuk eksi yanlarımız, korkularımız yer alırdı. Taze olan umutlarımızı bisküvi hamuruna ekletirdik gizlice! Bisküviler kıtır kıtır ağızlarda erirken, aşkımızın da bütün evrene yayılacağına ve bu şekilde asla bitmeyeceğine inandırmıştık kendimizi.
Aşk O'ydu benim için. Bir gün tıpkı çaya batırdığımızda yumuşayıp, çayın sıcaklığında eriyen bisküviler gibi aşkımızında hayat yolunda eriyip gideceğine hayatta inanmazdım.Hep sağlam olduğuna inandığım bu aşkın bir darbeyle tıpkı bisküviler gibi kırılıp tuzla buz olacağına inanmak! Ah ne delilik!
Tren garında oturdum Sanki yıl 1999 'du ve birazdan beni almak için gelecekti. İlk kez geciktiğini düşündüm. Haftasonu eve gidince hep dönüşümü hayal ederdim. Sıkıcı Pazar günüm trenden inince O'nu göreceğim fikri ile renklenirdi. Yol boyu içim içime sığmazdı. Trendeki Gar Restorana oturup başımı cama dayardım. Yol boyunca geçtğim evlerde yaşadığımızı, kendi küçük yaşantımızdaki büyük aşkı düşlerdim. Kendime bir bira söyler, sonra ikinci sonra üçüncü... Ne gariptir ki ben O'nunlayken o kadar içmeme rağmen asla sarhoş olmazdım. Tren garında soğuk bir bankta geçmişte bıraktığım ve sanki 1999 senesindeymişçesine beklediğim sevgilim için bir sigara yaktım. Derin bir nefes aldım. Ciğerlerim yanarken uzun zamandır ilk defa canımın yandığını hissettim. Tam 12 yıldır iyileştiğini düşündüğüm yaram acımıştı...
Bu kente ilk geldiğim ve bu kentten en son ayrıldığım günü düşündüm. İki gün arasındaki koskoca zaman diliminde yaşadığım her şey fluydu. Bir tek O ve O'nunla yaşadıklarım zihnimde tazecik duruyorlardı. Bir kenti kent yapan ne yüksek binaları, ne upuzun yolları, ne suyu, ne de havasıydı. Bir kenti kent yapan yaşadıklarınızdı. Bizim kentimizi anlamlı kılan aşkımızdı. Bu tren garına ayak bastığım ilk gün, geride bıraktığım kentimin yeşili yerine griye hapsolmuştum.Gri binalar arasında boğulacakmışım gibi hissetmiştim. Ta ki O'nun gözlerindeki vadi yeşilini görene dek! Ben bu kenti çocukluğumun ve O'nun yeşiliyle boyamıştım. Ve O'ndan sonrasında kentin dilini çözmeye, bisküvi kokusunu algılamaya, Porsuk Çayı'nın sesini duymaya başlamıştım.
Dar sokaklar, izbe barlar, sırf sevgiliyiz diye bizi evden atan ev sahipleri...Her şey bizi birbirimize daha da yakınlaştırmak için vardı.Ben onca tercihin arasında sırf O'nu bulmak için bu kente gelmiştim. Kılıçoğlu sineması aşkımızın doğuşuna şahit olmak için inşa edilmişti. Pino Hamburger öğrenci bütçemize uygun buluşmalarımız için açılmıştı. Ve hatta sırf bizim için yıllardır aynı yerinde öylece duruyordu. "Sanki dünyada var olan hiçbir şey biz istesek de yok olmaz!" demek ister gibi duruyordu... Biz seninle delicesine birbirimize sarmalanıp, damarlarımızda kan yerine alkol aksın diye şarap fabrikasını "Hayal Kahvesi" yapmışlardı. Şarabın duvarlara sinmiş kokusunda, hayallerimize dalarken aşkla ve müzikle harmanlansın diye ruhlarımız...Hayalimiz gerçeğe dönüşsün diye vardı.
Sigaram bitti. O'nunla var olan herşeyin bittiği gibi... Gelmeyeceğini bile bile bir gün O'nu bu tren garında bekleyeceğimi söyleseler inanmazdım. Oturduğum yerden kalktım. Çıkışa doğru yürürken bedenimin ürperdiğini hissettim. Ben bu gara en son O'nu ve kenti terk ettiğim gün gelmiştim. Sanki çok önemli bir şeyi unutmuş gibiydim.
12 yılda çok şey değişmişti. Birbirimize zıt yönlerde ilerleyip farklı kentler başka kişilerle yaşamlar kurmuştuk. Öyle ki bizim olan hayalleri bir kenara itip, kurduğumuz farklı dünyalarda yaşarken biribirimizle ilgili tek kelime etmemiş, sanki bir yemin etmiş gibi birbirimizi hiç anmamıştık. 10 gün arayla O baba, ben anne olurken, bir gün olur ya çoçuğumuz olursa ismini "Buse"koymamıştık. Ben ilk öpücüğümü yani O'nu bana hatırlatsın istememiştim. O ise kimbilir...
Biz sessiz bir yeminle ayrılmıştık. Herşeyi kırıp, biz olan herşeyi yok edeceğimize inanmıştık. Ama ya bu kent? Sokaklarında yürürken gençliğimi, hayallerimi, korkularımı, O'nu bana hatırlatan bu kent! Benim hayatımdaki en büyük felaket o mucizevi anda aldığım ayrılık kararıydı. Peki hangi dünyevi felaket bu kentin yıkılıp, bütün anılarımızın silinmesini sağlayacaktı?
12 yıl önce bıraktığım bu kent en az benim kadar değişmişti. Ne ben O'nu terkederken trene ağlayarak binen genç kızdım, ne de bu kent bizi sarmalayan O'nunla var olan kentti. Artık bisküvi kokusu yotu, Kılıçoğlu sineması yoktu. Aşıklar artık O'nunla yürüdüğümüz yollarda yürümüyor, delice içip eğlendiğimiz barlarda sabahlamıyordu.Günlerce dışarı adım atmadığımız evimizin olduğu apartman bile yıkılmıştı. Artık bu kent ne sendi, ne bendi. Ne de aşkımızın simgesi bisküvi kokusu...
Tren garından çıkıp kentin en işlek sokağına doğru yürürken dudaklarım sessizce bir zamanlar haykırarak söylediğimiz şarkımızın sözlerini mırıldanıyordu. Biz hatta bu kent bile zamana yenilmişti. Ama şarkımız hala daha dün ilk kez söylenmişçesine kulaklarımızın pasını siliyordu. Ve başka dünyalardaki ayrılmış aşıklara sesleniyordu:
"Haykıracak nefesim olmasa bile...
Ellerim uzanır olduğun yere..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder