Senden önce her şey olağan seyrinde gidiyordu. Havası inik tekerleklerle ilerleyen bir araba gibiydim resmen. Sıradan hayatlar ve hiçliklerle dolu insanlar arasında kendini bulmaktan çoktan vazgeçmiş biriydim. Benim için an’dı önemli olan. Yaşam mottom; anı yaşamak ve keyifle içmek, gezmek, eğlenmekti. Geceleri çıkarken minilerimi çekerdim, hele iki tek atınca sorma ama ben çok tehlikeliydim. Bir sürü birbirinden kopuk an, mekan, insan… Yanlış adamlara takıldım çoğunlukla da. Beş para etmez bir sürü adam! Yine de umudunu kaybetmeyen bir ben vardı. Her seferinde daha kocaman bir kalple dalıyordum anlık aşk havuzuma. Sana gelene dek bütün kurbağaları prense dönüşür diye öpmüştüm, hepsi sıçana dönmüştü! Seni tanıyana dek buldozer gibi hayatıma giren bütün erkekleri ezip geçtim. Bazense onlar… Ben aşkı savaş alanında savaşmaktan ibaret saymıştım. Bir sürü farklı erkeğin hayatına dalmış, bir sürü farklı masalsı aşk yaşamıştım. İlk buluşmanın dayanılmaz hafifliğinde uçtuğum da olu, Serseri İD'im, Ahmak EGO'm, Çok Bilmiş Süper EGO'mu yani bana ait her şeyi yıkan ve sonunda “Yeter be bir file aşık olmak, evli bir adama aşık olmaktan iyidir!” diye ağlatan ve aşk acısıyla kendimi hayvanat bahçesine attığım aşklarımda…Üstüne üstlük “evlilik sıfır noktasından başlamak mıdır?” gibi ahmak evli adam sorularına da maruz kalmıştım. … Küçük çocukların ve daha çok büyük adamların gezdiği hayvanat bahçesinde kanayan kalbime pansuman yapmak için cebindeki ütülü mendili çıkaran büyük adamla küçük kız aşkı da yaşadım. Büyük adam küçük kız ve büyük adam küçük kadın ikilemi öyle yordu ki beni en sonunda an’lık sevdalarımdan biri olarak O’nu da tarihe kazıdım.
İçimdeki Mey’hane de delicesine sarhoş olup, bir türlü ayılamayan biri oldum sonrasında… İçimdeki zavallı Ünzile’nin sessiz çığlıklarını duyamayacak kadar sağırlaşmış ve kendisini anlamsızca derin köy kuyularda boğmaya çalışan bir zavallıydım. Sürekli beylik laflar edip çevremdekilere mutluyum mesajı vermeye çalışırken gittikçe dibe batıyordum. Elimdeki boş kadehlere ve içimdeki karanlığa bakmadan kadınlara “Şıştt bayanlar dikkat çorabınız kaçabilir ama hayat kaçmaz!”, erkeklere “Seven kızın romanı var da seven erkeğin olmaz mı ee hadi yazın ne duruyorsunuz?” diye bağırıp, kendi kendime eğleniyordum. Hayatı kaçıranın sadece insanın kendisi olduğunu bilemeyecek kadar ahmaktım. Çünkü ben iflah olmaz hayalperestlerden biriydim. Hayaller ve gerçekler… Hayallerin peşinde sürüklenirken gerçekleri de unutmayan insanlara imrenirdim. Ben hayallerinin peşinden koşarken, gerçek dünyadan kopup elde edemeyince bataklıkta boğulanlardandım.
Umudumu kaybettiğim anlarda evlatlık kedim Pipi’ye sarılırken Tanrı’ya yalvarıp “Pipi'm bile aşık peki ben neden hala yalnızım!” diye sızlanırken, kalorilerimi yakmak için “Crunchçı var Hanıımmm!” diyen spor hocamın arkasından hırsla spor yaparken, moral bozukluğuyla Nişantaşı sokaklarında dolanıp kendimi attığım butiklerde uçuk fiyatlarıyla hot kütür içime kıyarken, yönetici kaprisinden bayılıp “Kırmızı Başlıklı Küçük Maydanoz Kız ve Hogatha'nın karşılaşma anı”na takılıp mobbinge maruz kalırken, bir gün seninle karşılaşacağımı ve bütün her şeyin anlamsızlaşacağını tahmin bile edemezdim.
Şimdilik aklıma gelenler bu kadar… Hayatımdaki istatistiklere baktığımda onca sefil an’dan sonra sana olan aşkım ile duyduğum heyecan oranı tüm sarhoşluk gün ortalamamı geçmiş! Sen öyle apansız, sorgusuz ve ansızın girdin ki hayatıma ben bile nasıl olduğunu anlayamadım. Nasıl ve ne zaman aşık olmuştum bu kadar? Peki sen neden bu kadar düzgün bir adamdın. Niye böylesine adam gibi adamdın. Adam gibi adam olup üstüne beni aşık edip nasıl gitmeye kalkabildin. Ben bir Pazar günü Rumeli Kavağı’na doğru yol alırken seninle tanışıp, Rumeli Havası’nda Aşk’a tutulmuştum. Öyle bir aşk ki çocukluğumun geçtiği bisküvi kokan kentte kıtır ilk aşkımı, o aşkın saflığını hatırlatıyordun. Her kadının hayatında bir adet bay çokbilmiş olmalı, her kadın bir beyaz atlı prens bulmalı evet, ama sen hayallerimin de ötesindeydin. Kendi kendime sürekli soruyorum, hangi zaman diliminde hayatımdaki bütün mutlulukla ilgili sorularımın cevapları sen olmuştun. A...B...C...TÜM ŞIKLAR SENDİN...
Hatırlar mısın ben seni bir virüs gibi inceden yiyip bitirmeye başladığım günlerde bir gün sormuştun. “Ne istiyorsun benden? Nedir hayatla bu derdin” diye “Senden ne istiyorum?” deyip susmuştum. Suskunluk en kötü cevaptı haklısın ama ben cümle bile kuramayacak kadar kaybolmuş kendi içimde. Şimdi sorsan… “Seni yalnızca seni ve bir de seninle turta tadında hayat istiyorum… tatlı mı tatlı asla bayatlamayacak olanından” derdim.

Şimdi ne mi? Bütün anlamlarım karıştı. Tarikat, şeriat, hakikat… Hangisi bendim hangisi sensin bilemediğim onca sefalet ve mahlukat… ne kadar nutella yesem, ne kadar arabesk dinlesem, ne kadar ağlasam içimde hiç geçmeyecek bir ağrıyla kalakaldım. Elimdeki boş nutella kavanozuna bakıyorum. Dibimi görüyorum. Televizyondaki jön adam bağırıyor
“Ayşe, ne olur dön geriye!” diye…
Herkesin bir ikinci şansı olmalı diye için için söylenirken ağlıyorum.
Keşke sen de dönsen geriye…
Geleceğime bakamıyorum. Geleceğime bakınca sadece seni yalnızca seni bir tek seni görmek istiyorum. Tüm umudumu hiçbir olasılığı kalmamış bu umuda bağlıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder