31 Ocak 2011 Pazartesi

Kurbağaları prense dönüşür diye öptüm! Hepsi sıçana döndü...

Haleti ruhiyem acayip derin bir dünyada geziniyordu son birkaç gündür. Hafif depresif, biraz da manik! Cuma akşam programı sınıflandırmamda "Libidocuklarım Çıldırdı Şimdi Hovardalık Zamanı!" modunu seçip, en yakın kız arkadaşlarla İstanbul gece alemine attık kendimizi...
Bütün amacım o gece bir kurbağa bulmak, gayet safiyane sırf gece alemindeki kurbağa sayısını azaltıp prens sayısını arttırmak için öpmekti.  Şimdi nerden çıktı bu amaç edinme halleri derseniz! Geçen hafta çılgın mı çılgın ablam Madame Bovary beni ziyarete geldi. Elinde küçük bir hediye paketi ve yüzünde garip bir sırıtık ifade ile:
- Maydanoz'cum yılbaşı hediyen.. Geçmiş yeni yılın kutlu olsun, dedi.
Hobba.... Yeni yılın da geçmiş kutlaması nasıl olursa hediye almaya bayılan ben teşekkür bile etmeden açtım paketi. Kutunun içinden çirkin mi çirkin bir kurbağa çıkmaz mı. Üzerinde de belli talimatlar yazılı! Yok içine su koy.. Koyuyorsun fasulye taneciği gibi bir prense dönüşüyor. Büyüdükçe büyüyor sonra prens...
"Nerde bir evrimleşememiş bir homo sapiens buldun. Onu prens zannedip anında öptün" tadında ki ince mesaja mı yanayım, ç.k kadar prensi bana layık görmesine mi yanayım.
- Ablam canım Bovary'im teşekkürler ama ben suda yaşayan canlıyı ne yapayım, dedim.
- Büyüdün ama hala man kafasın. Kızım bu yıl gidip Bay Tel Kafa gibi mapara adamları yerine süper prensini bulmanı diliyorum senin için. Anlasana... ( Super Prens : Süperman ile Prens Charles karışımı tipin biri işte!)
Ah benim man kafam, laf anlamaz algı çiplerim... Uzun süredir hiç bu kadar mutlu olmamıştım. En son evlatlığım Pipi'mi ortaya pisledi diye dövüp sonra pişman olup sarılıp "Seni Seviyorum!"  diyen ben, Bovary'me sarıldım. Ve söyleme özürlü olduğum o iki kelimeyi söyledim.
Prens bulma gazıyla gece aleminde ilk durağımız Reasürans oldu. Şöyle bir kadeh birşeyler içip takılalım dedik kızlarla. Yaş ortalaması yükselmiş. Evli ve kazanova, evli ve azgın teke sendromunda, yaşlı olup kendini genç zanneden, zibidi kılıklı baba parası yiyen erkek profiline sahip mekanda bayağı sıkıldık.
Bir kere bir kadın eğer gece birilerini tavlama amacıyla dışarı çıkıyorsa, mekana adım attığı anda göz taraması ile tüm potansiyelleri tespit yeteneğine sahiptir. Ayrıca adamları tespit ederken algı çiplerimiz sayesinde ortalama olarak özelliklerini de hemencecik çıkartıyoruz. Genellikle gecenin ilk saatlerinde çıta bayağı yüksektir. Yakışıklı, karizmatik, çekici, genç vıdı vıdı... İlerleyen saatlerde ortam da hedefe uygun profil olmadığı görüldükçe giderek özellikler genelleşir. Çekici, kendine has bir karizması olan ( bu da acayip bir kandırmaca ya!) ee göbeği var ama olsun... Gecenin sonunda hala yalnızsan kafan da iyiyse ve karşındaki adam beklentilerinin tam zıttıysa fakat sen hala inat ettiysen hovardalık diye...İçinden "Gerizekalının tipine bak!" derken yüzüne gülüp geyik yapmaya devam edersin.
Neyse rajon gereği hayalindeki prens profiline uygun  bir mekana gitmek lazım! Eğer entel dantel özel müzik zevki olan bir adamsa istediğin  Nardis, Babylon gibi farklı klasman da gece aleminde yer edinen gece klüplerine gitmek de yarar var. Yok eğer amacın sadece tek gecelik takılmak üstüne bir bardak su içip sabah adamı postalamaksa Kuruçeşme Sahil boyu klüpleri olayın dibini gördü daha ötesi yok bilesin...  Acayip kıltoşlarla doldu Kuruçeşme. Ya ergenliğinin tavan vurduğu dönemdekiler yada Emo kılıklı adamlar gereksiz bir kalabalığa sebep oluyor. Neyse konumuza dönersek öyle benimle Demet Akalın'da dinlesin arada salına da bilsin, hem kendine özgü bir tarzı olsun hem de popüler kültüre hakim olsun diyorsan Al-Jamal, Cahide falan tam senlik.. Yok Beyoğlu'nda gezersin türünde takılmayı severim diyorsan Fransız Sokağında'ki barlar, Ghetto, Roxy ( Öyle bebeler doldu demeyin hala orta yaş müdavimleri var bu mekanın da)  Mojo, Hayal Kahvesi ve Asmalı'daki küçük bistro barlar tercih sıralamasına alınabilir. Reasüranstaki Otuzyedi, On da bu hedef kitleye yönelik Nişantaşı tercihimdir diyenlere hitap edebilir.  Biz napalım diye düşünürken Hayal Kahvesi'ne attık kendimizi. Öyle Beyoğlu'nde gezersin modunda bir arama bulma çalışması için değil, kafamıza öyle esti diye gittik mekana. Soul Sutff sahnede, mekan kurbağa dolu! Bu grubu Ankara'daki gece hayatı geçmişimden tanırım. Hep mi aynı tarz.. Hep mi cover şarkılar... Sağımdaki adamı kestim olmadı, solumdakini kestim olmadı içim bir türlü ısınmadı tiplere.  Çapkız kızlar grubumuzdaki  Çılgın Şaziye acayip kafayı bulunca "Hadi eğlenelim biraz!" deyip çıldırmasın mı.. Kalabalığı yararak  yanımızdan ayrılıp, 2 dk. sonra kolunda bir adamla geldi:
- Bak Maydanoz'um bugün senin doğum günün ya, sana doğum günü hediyesi getirdim, demez mi?
Bak bak bak.. Doğum günüm falan değil kızım deyip dövesim geldi. Sonra alıcı gözle bakınca "Eh hiç yoktan iyidir." diye düşünüp sevesim geldi Şaziye'yi:
- Ah canım ne incesin deyip caaanım arkadaşımı öptüm. Yanındaki kurbağa da  bize bakıp gülüyor. Evet ben senin doğum günü hediyenim deyip sarılmaya çalışınca hemen duruma el attım:
- Hopp hoopp bir dakika. Önce konuşalım Bay Hediye, söyle bakalım nelerden hoşlanırsın, neleri becerebilirsin? diye sorma gafletinde bulundum.
Söz ağızdan bir kere çıkarmış arkadaş. Ben çok acı öğrendim.  Kurbağa adam öküze dönüşüp:
- Güzel soru! deyip pis pis sırıtınca mekandan ayrılma vaktimiz geldiğini anladım. Hemen kendimizi dışarı attık.  Kafayı bulmuş bir halde Scotch'a attık kendimizi.  Yok libidocuklarım çıldırmış da İstanbul gece alemindeki erkek potansiyeline de birşeyler olmuş.  Ya gerzekler, ya atlaklar, ya salaklar, kimisinin tipi iyi sesi incecik, kimisi uzaktan yakışıklı yanına gelince ibrik suratlı...
Artık ayakta duramaz bir haldeyken baktım bizim kızlar bir o yana bir bu yana dağılmış. Kendimi pışpışlayıp evime doğru yol aldım. Huzur dolu evimde şarabımı yudumlarken karşıma aldığım Kurbağadan dönme Prensime baktım. Bir akşamım daha öylece abuk subuk oradan oraya içerek ve dağıtarak geçmişti. Yanıma gelen adamlarla dalgamı geçerek, göz süzerek... Sonunda evimde yine yalnız oturuyordum. Bir de bu Libidomun çıldırmış hali... Eski Bukowski'nin kadın versiyonu hallerimi özlediğimi fark ettim. Alkolün de etkisiyle burnumun ucu sızladı. Sonra bir liste yapayım dedim.
  • Kurbağayken prense dönüştürüp elin kaşarlarına sunduklarım
  • Kurbağayken prense dönüşür diye düşünüp öptüğüm ama kurbağa olarak kalanlar
  • Kurbağa olarak öptüğüm prens değil çoban köpeğine dönüşenleri listeledim.
A'dan Z'ye bir sürü adam... Birinden biri de mi Prens olamaz yarabbim. Bütün kurbağaları öpmüşüm, bir süre belki prens olarak yaşamlarını da sürdürmüşler ama sonuçta ya benimleyken ya da benden sonra mutlak suretle sıçana dönüşmüşler. Yani sihir bende! Ben kurbağaları önce prens sonra sıçana dönüştürme yeteneğine sahibim. Acayip özel bir varlığım anlayacağınız ...


Ha bir de kimdir Allah aşkına şu Beyaz Atlı Prens muhabetini ortaya atan.. Nerede beyaz at, nerede prens... Ben bütün gece çevreme baktım karizmatik olmaya çalışan erkeklerin bir çoğu beyaz gömlek, tişört, kazak giyiyor da beyaz atıyla gelen kimse yok! Alkol damarlarımda gezinirken bu düşünceler içerisinde sızmışım. Rüyamdaki beyaz atlı prensle buluşmak için rüya alemine daldım...



28 Ocak 2011 Cuma

Senden Sonra Tufan...

Ben bir tek sen varsın zannediyordum. Bu yüzden ne yana dönsem seni görecekmiş gibi bakıyordum. Kimseyle konuşmak, kelimelerle kendimi yormak istemiyordum. Sen içimi resmen aydınlatan hidro elektrik santralim gibiydin. Bir gün elektriklerin kesileceğini nereden bilebilirdim ki!
Resmini evimizin tatlı çocuğu Mustafa'yı dinleyip indirdim. Zaten yıllardır asılı durmaktan duvarda leke bırakmış meymenetsiz. Bahar geldi mi ilk iş boyamalı! Şimdi bu saçma cümleler de neyin nesi diyorsundur. Neren doğruydu ki ben de adam akıllı cümleler kurayım.  Hayırlı bir insan olsan değişimi önce kendinde başlatırdın. Farkın da fiyatın da yaptıkların olurdu! Sen gidince Tüketici Koruma Derneği'ne gitmek geldi içimden. "Toplumdaki herhangi bir kadın ve erkek tarafından üretilen bu varlık, hayatımı tüketti. Güya ben tüketiciydim." diyecektim.
Seni keşfettiğim ilk gün son kullanma tarihini kontrol etmeyi unutmuşum. Sen bana gelene kadar tükenmişsin, bozulmuşssun bilemedim. Seninleyken bütün ekşimelerim, ruhsal dengesizliklerim hep tarihi geçmiş ürünle birlikte olmamdanmış. Bilemedim, bilemedim, bilemedim...
Sen varken tufandı. Kan gövdeyi götürüyordu. Haftalık market alışverişine mutlaka kırılacak eşya ve paketler dolusu  peçete, lustral, prozac, şarap, bira alınıyordu. Evet sen varken tufandı. Kimse kimseyi göremeyecek kadar kördü. Aşk acıyı severdi. Bu yüzden acı olsun da aşkımız doğsun diye kanattıkça kanattık. Hatta yemeklerimizde bile acı sosa abandık. Sen gidince fark ettim ki biz hep kanatmak, yaralamak, uyuşturmak üzerine birşeyler almışız. Hiç yara bandı, merhem almak da aklımıza gelmemiş. İyi olmayı, iyileştirmeyi günah saymışız.
Sen varken tufan, sen yokken tufan. Ben bu meseleyi çözemedim. Hayatım boyunca en iyi anladığım şey matematik oldu. Matematik te en çok problemleri sevdim. Ben bu aşk problemini, senin problematik karakterini çözemedim. Çok sonra bir anda anladım ki bu hayatta sadece bir tane Rahibe  Teresa var. Başka da olmayacak! Ben ne Rahibe Teresa kadar ruhani ne de İyilik Meleği kadar iyilik dağıtacak kadar bonkörüm.
Sen odaklı yaşamışım ah ne yazık etmişim. Okudum araştırdım. Musluğu açtım, akıp gitsin diye tüm olanları suya anlattım.. Birlikteyken bön bön bakıp üzerime saldığın kem gözlerini silip atmak için kurşunlar döktürdm. Evrenin tüm kötü enerjisini sana yalnızca sana gönderdim. Tütsüler yaktım evin içinde. Elinin, ayağının, gözünün değdiği her yerde tütsü gezdirdim. Seni kovma şarkımı söyledim.
"ayin susa susaniye, ayin musla muslaniye, ayin harra farra..."
Ve sonra bir adam keşfettim. Mme de Pompadour... Adam resmen beni tanımış. Bir önceki yaşantım da, bir başka boyutta, bir barda, kafede, sokakta... Zaman kelimesinin olmadığı bir yerde. Ama tanımış ve sırf bir gün ben seni bıraktıktan sonra söyleyebileyim diye bir cümle kurmuş. Heyhat herkes duysun demiş. Bakın Maydanoz ihtiyacı olunca o dangalağa ne diyecek!
Sen hep senden sonra tufanım olacak zannettin. Ya benden sonra sende ki tufana ne demeli!
 P.S. Pompadour " Benden sonra tufan!..."  demiş.

Sersi İD'im, Ahmak EGO'm, Çok Bilmiş Süper EGO'm...Ben Sizinle Ne yapsam?

Yeni yılla birlikte yeni başlangıçları arayan insanlardan biri olarak; geçmiş üzüntüler, kayıplar, hayal kırıklıklarıyla zedelenen ruhumu önce iyileştirme kararı aldım. Başladım bu kararı uygulamaya...Ben ve EGO'm... Aslında ben eşittir EGO'mun güçlü ve güçsüz yanlarını ortaya çıkarmak adına mayswot analizi (Mayswot Analizi: Swot analizinden hareketle geliştirilen Mayswot analizi Maydanoz algısına göre uyarlanmıştır.Mayswot analizindeki maddeler şöyledir: Maydanozun güçlü yanları, Maydanozun güçlendirmek istemediği bu yüzden zayıf olan yanları, Maydanoz'un bu hayatta elde edebileceği fakat kılını kıpırdatmadığı fırsatları, Maydanoz'un hassas ruhunu kıracak, incitecek dış şeytanvari tehditler.) yapmaya karar verdim.  Oturdum, aldım elime kağıdı, kalemi! Önce kendimi tanıyayım dedim.

Freud'un yüz yıldır tartışılan tezleri ile açıklık getirilmeye çalışılan EGO kavramını, ben beş dakikada çözme hedefiyle özümden dış görünüşüme kadar her şeyimi ortaya döktüm. Freud ne diyor? "İd"imiz yani içimizdeki doyumsuz hayvan ne yapıyor diye sormuyor mu? Sordum ben de kendi kendime:
- Hey İD'im, sadece kendini düşünen bencil yaratık, eleştiri kabul etmezsin, güdülerinden başka bir şey düşünmezsin. Ne istiyorsun söyle seni ne durdurabilir?
İçimdeki İD mırın kırın etti. İD midir İT midir bilinmez ama gıcık oldum resmen. Sustu sustu sonra çok bilmiş bir edayla:
"Ben vicdansız, umursamaz ve asla iflah olmayacak bir serseriyim. Bu yüzden asla doymam hep isterim. Kimseyi düşünmem. Ben senin bugüne kadar yaptığın kötülüklerin tamamının yaratıcısıyım. Doyumsuz ve asla istekleri bitmeyenim. Yani sen değilsin benim. Ya da sen bensin.Dolayısıyla beni durduramazsın!"
Acayip çarpıldım. İflah olmayacak serserimden hem nefret ettim hem de vay be bu ne cool'luk dedim. Ölecek valla buz gibi donuk, umursamaz, alaycı ve hafif meşrep olmaktan...
İD'im beni böyle alaya alırken EGO'm nerede derken hooop Zorro misali yanımda bitiverdi.
"Şışttt sen asi bir atsan, ben seni dizginleyen binicinim.Sen çıldırınca olabilecek ve olamayacakları ayıranım."
İçimden tüm havasıyla muhabbete dalan EGO'yu kucağıma oturtup popişine popişine vurasım geldi. İD'im ne kadar beş para etmez bir serseriyse, EGO'm da o kadar kendini beğenmiş bir ahmaktı. Resmen yıkıldım. Herşeyi bu doğru bu yanlış deyip nasıl sınınflandırabilirdik ki? Hayat  açık uçlu sorularla doluyken gün içerisinde an be an önem sıralamamız, yüklediğimiz anlamlar değişirken ben nasıl en doğruyu, beni en mutlu edeni bulacaktım. Sonra her beni üzen olayda zaten bu doğru bu yanlış diye ayıran EGOm da bunun bir hata olduğunu anlamıyor muydu? Bu yüzden içim şişene dek beni boğmuyor muydu? Hazım zorlukları yaşamıyor muydu? Mıydı... Muydu... Miydi...

Ha bir de Prenses Bayan Çok Bilmiş Süper EGO vardı değil mi? Bütün kurallarımı, değerlerimi bilen böylece bana yön veren...  Madem İnsan, düşünen bir varlık... Madem zararı önceden hesaplayabilen, öğrenebilen, yönlendirilebilen bir  varlık! O zaman bu kadar hatayı neden yapıyoruz. Ben bu EGOmdan çektiğim kadar kimseden çekmedim arkadaş...
İD'im, EGO'm üstüne Süper EGO'm derken içim şişti. Baktım bu zedelenen ruhumun sağını solunu iyileştirmek için EGO'yu ele alma durumu daha da karmaşık bırakıyor, attım kalemi kağıdı bir kenara. Açtım deylimoşından Sertab'ımın Caanııımm "Ego" şarkısını! Hay ibrik aklım, hay akılsız başım. Kadın düşünmüş, çözmüş, dile getirmiş üstüne anlayayım diye şarkısını bile söylemiş ben hala düşün taşın feylosof misali...
gerek yok ben de Sertab'ın yorumu üzerinden düşündüm hem söyledim şarkımı hem yazdım çıkarımlarımı...

.......İnsan yaşar yaşar tecrübe eder (Ediyorum öyle bir tecribe ediyorum ki tecribe etmeden öğrenemiyorum. Bu yüzden hep burnum bilmem nerede!)......
Lay lay lomm....
.....Hayallerin düşlerin hepsi senin elinde .... (EGOm hep bu hayallerin peşinde  düşe kalka koşmaktandarbe aldı ya!)
Sahip olmakta var azalmakta... ( Her ayrılıkta, kaybedşte biraz daha azalmıyor muyuz?)
..Doğrusunu bir tek o bilir ...Gerisini takmaz EGO...

EGO'mla lego oynar gibi oynayanlar, oynadıklarım, oynatılanları bir kenara bıraktım. Şarkı şahane... Felsefik karakterimi besledi valla her bir kelimesi. Bir yanda Sertab bir yanda Freud arada kalmış ben ve ötekiler yani Sersi İD'im, Ahmak EGO'm, Çok Bilmiş Süper EGO'm...

Sonuç ne mi? Tüm o felsefik tartışmalar, analizler herşeyi bir kenara itiyorum. Ben ne istediğimi çok iyi biliyorum.

EGO'mu şişirecek ve beni şişkinliğimde yerle bir edecek bir yıl istiyorum. İçinde tüm gerçekleşmesini istediğim hayallerimi koyduğum uzun cümlemin sonuna noktayı söz Ahmak İD'me koyduracağım. Noktasız yaşayan bir ahmak için "nokta" koymak biraz ağır ve hayatının en büyük öğretisi olacak. EGOsal sıkıntısı olmayan insanları, EGO yüzünden gereksiz tartışmaları, çatışmları uzaya gönderiyorum. Yanlarına Ahmak EGO'mu  gönderdiğim herşeyi eğlendirsin diye yanlarına iliştiriyorum. Ve Çok Bilmiş EGO'm. Ona kıyamadım. Ee Maydanoz olmamın yaratıcı ne de olsa O!


P.S. Şarkı sözleri Sertap Erener / EGO.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Aklıma Gelenler...

Bilindik bir omuza sarılıp ağlamanın keyfine diyecek yok!
Bütün gece barda kestiğin adamın yanına gelmesi en büyük haz!
İple çektiğin özel bir gece de dudağının kenarında biten uçuk için kahrolmaktan başka çare yok!
En güzel dost sen kafayı bulunca seni güvenli evinde duş alıp uyutan, zırlayınca seni susturan, hata yapınca ve delicesine vicdan azabı yaşarken seni rahatlatan!
En güzel ilişki iki tarafın kendini sonsuz bir özgürlük içerisindeyken, aşkın kölesi gibi hissederek yaşadığın!
En güzel kahve muhabbetle içilen!
Kahve falında çıkan ve daha yaşamadığın mutluluklar, aşklar, telveli prensler nerde!
Eski fotoğraflar da yer alan çehreler hep genç kalsa!
Kitaplığımda toz içerisinde unutulmuş tüm kitaplardaki kahramanların ahı tuttu! Bu yüzden bütün aşklarım yarım ne şans!
Eski aşk bayat ekmek gibi, yeni aşk ise fırından yeni çıkmış çıtır simit!
Regl dönemi tüm dünyayı öldürme isteği ile doluyken bütün sinirinin içinde patlaması ne fena!
Kadınların aklı fikri ya aşkta, ya dedikodu da ya da modada! Erkeklerin aklı fikri ya sekste, ya futbolda, ya arabada! İki cinsin de aklı fikri bir yerdeyken nasıl olur da ortak bir noktada buluşabilir...

Pipi'm Bile Aşık Peki Ben Neden Hala Yalnızım!

Hafta içi yok trafik hengamesi, yok kızlar kulübü ile haftalık durum değerlendirmesi için kahve keyfi, eyvah yaz gelmeden sıkılaşıyım kaygısıyla spor yapma derken bir bakıyorum günler geçip gidiyor. Her gün eve geç gelince malum bir anne olarak biraz tedirgin ve vicdan azabıyla kapıdan içeri giriyorum. Hiç anne çocuğunu öyle yalnız bırakır mı? Evet ben bırakıyorum. Ben böyle bir anneyim çünkü bir hayatım var, baştan anlaştım ben çocuğumla diyemiyor insan. Hele bir de anneniz işin içindeyse telefonda sürekli torunu sormalar, yemeğini yeterli derece de koydun mu, tüylerini tıraş ettirdin mi yok aman onunla oyun oynadın mı diye mübarek alan araştırması yapar gibi sorularıyla boğuyor.
Bu hafta başı dedim ki hayırsız bir anne olmayayım biraz da Pipi'mle ilgileneyim. Akşam programlarımı bir kalemde sildim ee ne de olsa annelik fedakarlık ister yeri geldiğinde vazgeçmeni bekler değil mi? Eve geliyorum beyefendi bir hayal aleminde... Öyle dalgın dalgın pencereden dışarı bakmalar, mamayı yememeler. Normalde olsa Pipi hareketli bir çocuktur. Şöyle hareketli şarkılar çaldı mı resmen benimle dans eder gibi ayaklarıma yapışır. Bir keyif, bir sırnaşık tavır ki sormayın. Hele bir de Tarkan çaldı mı keyfine diyecek yok. Ama işte kalktım Tarkan'ın cd'sini koydum. Yok bana mısın demiyor? Bayık aşk şiirleri okusam Yılmaz Erdoğan tribiyle,elimi omzuna koysam "Yeğen... Mesele pencereden dışarı bakmak değil, mesele yüreğine dönüp bakmak!" desem yavrum evladım binbir aşkla bana sarılacak. Oh be beni anladığını biliyordum diyecek ama değil!
İki üç gün gözetlemeden sonra fark ettim ki benim biricik oğlum A-Ş-I-K olmuş! Evet bahar gelmedi, daha Mart ayı değil, etraf soğuk herkes kapı pencere kapamış evinde, inindeyken... Bizim Pipi delicesine körkütük aşık... Hem de bir melankolik ki sormayın. Yanından ayrıldığı an özlem duygusuyla yanıp bitiyor.
Pipi'm aşık... Ben onu yalnız bırakıyorum diye vicdan yaparken o gitmiş aşık olmuş. Ruhu dolup taşıyor, yalnızlık hissi sıfırın altında... Ben hala yalnızım. Neden hala yalnızım!
Heyhat bayanlar, baylar... Yalnız kalanlar, evinde tek başına içip sızanlari, melankoliye bağlayanlar, arada yalnızlığını hatırlayınca üzülenler ama anlık üzüntüden sonra gram eksikliğini hissetmeyenler. Öyle yada böyle hayat geçiyor. Birileri delicesine aşkı yaşıyor. Sizse gündelik yaşantınızda tek ve tek başınızasınız.
Pipi'm bile aşık peki siz niye hala yalnızsınız! Tıpkı ben gibi...

23 Ocak 2011 Pazar

"Bitmek" Kelimesi Yalandan, Ucuz Bir Hikayenin Baş Kahramanıymış!

İçim titredi bakışınla... Uzun süredir ilk defa hem de! Bir sızı hissettim yüreğimde, sanırım seni uzun süredir görmemiş olmanın sonucu bir özlemdi benimkisi...Bu özlemle sanki derin uykumdan uyandım.Tekrardan kötü olduğumu, hin olduğumu, cin olduğumu hatırladım. Yoksa bu halde olmazdık! Sen bana bakıyordun gizliden... Başkasıyla konuşurken ne söylediğimi, neye güldüğümü, ne  hisettiğimi delicesine merak ediyordun. Birbirine hem çok yakın, hem de birbirinden çok uzak olma haliydi bizimkisi.

Neydi insan bedenindeki katmanlar... Fiziksel beden... Yani bende en sevdiğin dudaklarımın, gözlerimin, ellerimin, saçlarımın bir parçası olduğu beden! Fiziksel bedenlerimiz bir arada değildi. Senin yanında oturan başka biriydi. Bedenlerimiz birbirinden uzaktaydı.

Sonra astral beden... Fiziksel bedenimin altında konumlanan astral bedenim bir yolculuktaydı. Seninle karşılaşmışken hem de çok uzun zaman sonra, tam da en gerektiği anda astral bedenim hovardalık yapıyordu. Kimbilir neredeydi? Sen bana dikkatlice bakarken, lime lime kıyarken içime "rengin nedir?" diye sorsalar, kesinlikle kırmızı derdim. Benim astral bedenim bir yolculukta ve rengi kırmızı! Hem de kıpkırmızı. Halbuki fiizksel bedenimin üzerinde gezinen gözlerinden yemyeşil vadiler akmalıydı! Serinleten, dinlendiren yeşil yerini insanı yoran, delirten, kızdıran bir kırmızıya bırakmıştı.

Fiziksel bedenim yanlış bir yerde, astral bedenim hovardalıkta iken üçüncü katmandaki ruhsal bedenime baktım.  İkimizinde ruhunu her şeye rağmen birarada buldum. Fiziksel bedenlerimiz istediği kadar birbirinden uzak olsun, ruhsal bedenlerimiz yanyanaydı. Ve işte konuşuyorduk:
- Uzun zamandır sana kızgınım!
- Biliyorum.
- Bu kadar zamandır hiç mi düşünmedin, hiç mi üzülmedin? Ne yaptın onca zaman...
- Kolay değildi...

İkimizin ruhu konuşadursun, en son katmana indim. Derin bir karanlıktaydı işte zihinsel bedenim! "Tam" olmam için zihnime ihtiyacım vardı. Ruhsal bedenim ne kadar kalbimi dinliyorsa, zihinsel bedenim de o kadar beynimi dinliyordu. Seni istemiyordu. Seni "hata" olarak anıyordu her bir cümlesinde... Elinde olsa, tüm diğer bedenlerime hükmedebilse her bir katmanımdan seni silip atardı. Bu yüzden sinirli bir şekilde"sen"in var olduğun noktayı oymaya ve her bir zerremden seni silmeye çalışıyordu.

Ben içimde birden fazla bedenle, birden fazla Ben ile senin karşındaydım. Suskun, tepkisiz ve biraz da kırgın bir şekilde duruyordum. Sen de en az benim kadar kırgındın, her bir katmanım şahitti bu kırgınlığa... Her şeyi bir umutla dileyip, hiçbir şey elde edemeyen insanların yaşadığı kırgınlıklara sahiptik ikimizde. Fark sadece bu kırgınlığı birbirimizi ne zaman görsek, hissedecek olmamızdı.

Tüm bedenlerimin bir arada olmasını, Öz'ümü bulmasını diledim. O "öz noktasında" seninle olmayı çok dilerdim. Ama olmadı. Olamazdı da... Hatalar bazen büyük bedellerle ödenirdi. Ve aşk büyük hataları kabul etmeyecek kadar saf ve kırılgan bir çocuk! Bir kez yara aldı mı, ihanete uğradı mı, yalan söylendi mi, bir şeyler gizlendi mi... Eski olana dönmesi imkanzsızlaşır...

Hiç bir şey yaşamadan bir şeyleri tüketmek ne garip!  Gözgöze bile gelemezken tüm korkularımız uyanıveriyor, kalkanlarımızla sarmalanmışken bir anda savunmasızlaşıyoruz. Yıkılmayacakmış gibi duruyoruz ama içimizde gizlediğimiz bedenler bizi ele veriyor. Kırgın, üzgün, kızgın... Tüm duygularımız ayaklanmış devrim yapmaya hazır tutku dolu askerler gibi!

Her güzel şey bitmezmiş! Bazı şeyler hele ki hiç yaşanmamış, yaşanamamış ise asla bitmezmiş. Sadece üzerine bir çizik atılıp, "bitti" diye insan kendini kandırırmış. Bir insanın kendisine söylediği en büyük yalan, tüm bedenlerinin haykırışlarını dinlemeden, bitmemiş bir şeyi bitmiş olarak gösterip olmayan bir şeyi olmuş olarak göstermesi olurmuş!

Aynı mekanda, birbirimizden uzak bir o kadar da yakınken... Aslolan gerçeği ne kadar görmek istemesek de bir kenara itemiyorduk. Bu evrende yaşanılan hiçbir an, hiçbir duygu ne kadar hiç'likle dolu olursa olsun yok edilemez!  Gözlerin gözlerime değince o anda ve ilk defa yalan söylememiştik birbirimize. Sonu olmayacaktı, yarını yada öbür günü... Sözler olmayacaktı, inanılmış hikayeler... Sadece an olacaktı. Yaşadığımız an! Hani herkesin asıl yaşamak istediği ama ya geçmişe ya da geleceğe takılarak unuttuğu şu an! Bitmek kelimesi yalandan, ucuz bir hikayenin baş kahramanıymış. Biz de o kahramanı öldüren azılı katiller...

20 Ocak 2011 Perşembe

Sıradan Hayatlar, Hiç'liklerle Dolu İnsanlar...

Küçük bir kız çocuğu gibi sanki ilk kez görüyormuşçasına dünyayı seyrediyorum. Bu aralar öyle gamsız, öyle neşe dolu ki içim ben bile şaşırıyorum. Halbuki  gündelik yaşantımı tanımlayan en güzel iki kelimeyi buldum. "Sıradanlık" ve "Hiç'lik"...
....Sıradan olan bir güne uyanıyorum.
....Herkesin giyebileceği sıradan kıyafetler, sıradan bir makyaj yapıp dışarı çıkıyorum.
....Yolda yürürken çevremde sıradanlaşmış düzende yapılmış evler, yollar, dükkanlar görüyorum.
.....Sıradan insanlarla dolu bir ofiste delicesine bir ütopyayla çalışıyorum. Sıradanlık bozuluyor. Ama insanlar o kadar sıradan ki benden sıkılıyor.
....Etrafımda benimle çalışan, yanımda duran, benimle muhabbet eden insanların bana bakarken gözlerinden akan yorgunluğun nedeni benim...
Çünkü onlar çok sıradan! Ve benim de onlar gibi olmamı bekliyor. Ama olamam. Eğer olursam, o zaman kendimi "garip", "özünü kaybetmiş" olarak tanmlamam gerekir. Çünkü katman katman içimde sıralanan bedenlerimin hiçbiri sıradan değil. Ama evet hayatım sıradan. Hem de o kadar sıradan ki, yaşadığım her an da ben sırıtıyorum. Tıpkı küçük bir kız çocuğunun ayağına annesinin kırmızı rugan ayakkabılarını geçirip yürümeye çalışması gibi...

Sonra hiçlik.. Hiç'liğin içindeyim.
 .....İnsanlar nasıl olduğumu sorduklarında, "Hiiçççç!" diye cevap veriyorum.
 .....Hiç bir beklentim olmadan yaşamak istiyorum hayatımı. Bunu başarmayı o kadar istiyorum ki. Ne kadar beklentim varsa o kadar hayal kırıklığına uğrama riskim artıyor. Çünkü insan hayatta beklentilerinin karşılığını bulamadığı anlarda büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Bir de benim gibi sıradan olmayan beklentilere sahipsen... Bu nedenle beklenti öldürme egzersizleri (beklenti öldürme egzersizleri: Kişi her bir beklentisinin yerine basit ve elde etmesi kolay bir şey  koyarak eski beklentisini öldürür. Öldürdüğü her beklenti için içer, dışarı çıkar, müzik dinler, eğlenir.) yapıyorum.  Uzaya çıkma beklentimi bir kenara bırakıyorum. Ne uzaya tatil paketi alabilecek kadar zenginim, ne de astronot falan olabilirim artık! Bu beklentim yerine Star Wars'ı izlemeye koyuluyorum. Uzaya gitme beklentimi hiç'ledim. Filmi izlerken şerefime bir bira içiyorum.


..... Hiç kimse yok hayatımda! Eskiden yalnızlık'tan delicesine korkarken, bu korku beni sıradanlaştırmışken artık yalnızlığın hoşuma gittiğini fark ediyorum. Geçen gün katıldığım bir seminerde kişisel dönüşüm uzmanının söyledikleri geliyor aklıma.
    "İhtiyaç ile aracı karıştırmayın. Araçlarınız sadece araçken, zaman geçtikçe onun gerçek ihtiyacınız olduğu gibi bir karmaşaya girmek, kişinin sadece amacından sapmasını sağlar!" Ne kadar da akılcı bir cümle! Belki de bu nedenle adam gibi bir adam olsun derken Bay Tel Kafa gibi hıyarları ( ki sadece bir araçtı Bay Tel Kafa) araçken ihtiyacım hatta hayat amacım zannettim.
 Bu nedenle hiç kimse yok. Hiç'liğe sahip, sıradan hiçbir kimseye de ihtiyacım yok. Beni aramayan, yanımda olmayan, sıkıntılarımı bilmeyen, gündelik yaşantının hengamesi içerisinde yaşamımda hiç bir yer edinmeyen hiç kimselerin, göstermelik hayatımda var'mış gibi yapmasına gerek yok. Hayatımı kalabalıkmış gibi zannetmek sadece göstermelik ve yüzeysel ilişkiler havuzunda boğulmamı sağlamaktan bir işe ve insanların kendisini yalnız hissetmemesine yardımcı olmaktan başka bir işe yaramaz. Ayrıca ben sıradan bir insan olmayarak kaliteli rol yapmayan orta sınıf aktörleri, aktrisleri sevmem!
.....Hiç bir öfkem yok! Evet geçmişte bana hata yapmış bütün sıradan insanları affediyorum. Hiç'liklerinde kaybolmuş kişiliklerini düzeltecek kadar efsunlu bir karakter değilim. Ayrıca iyi ki bana hata yapmışlar, kazıklar atmışlar, kıskanmışlar, öfkelenmişler, terk etmişler, tek bir laf etmeden gitmişler, ölmüşler... Onlar bunu yapmasaydı ben, hiç ben olabilir miydim?
....Hiç bir şeyim yok!
Psikolog bir arkadaşım aslında insanların karar verme sürelerinin sadece 7 saniye olduğunu söyledi. Düşünsenize sadece 7 saniye...7 saniye de hastalıklı ilişkini bitirme kararı alabilirsiniz, işinizden istifa edebilirsiniz, başka bir ülkeye gitmeye karar verebilirsiniz, evlenebilirsiniz, kendinizi öldürebilirsiniz... Halbuki biz yıllarca düşünüp taşınıp öyle karar verdiğimizi zannederdik. Ama değilmiş. Yıllarca kendimizi oyalayıp 7 saniye de aslında kararı veriyormuşuz.
Bu nedenle 7 saniye de karar verdim. Hiç bir şeyim yok! Şey'leri de tanımladım. Uğruna vazgeçemeyeceğim hiç bir mal ve mülke sahip değilim.

Evet hayatım çok sıradan ve hiç'lerle dolu! Ama yine de mutluyum. Ve tek isteğim böyle kalmak... Hem de sonsuza dek...

“Şimdi tek istediğim nefes alabilmek, ötesinde yok gözüm.
Kaçmak da mümkün buradan elbette ama benim istediğim kaçmak değil ki.
Ne varmayı arzuladığım bir öte diyar,
ne de bir yerlerde bıraktığım kayıp bir cennetim var.
Sadece çıkmak istiyorum.
Çıkmak da değil, çıkabilmek. Ben o ihtimali seviyorum.
Seçeneğim olmasını, kapının aralık kalmasını…
Durmuşum bir eşikte, ne bir adım geri, ne bir adım ileri, uzatmışım kafamı aralıktan dışarı, sırtımı dönmüşüm o cehennem sıcağına, mutlu mesut, çocuk çocuk soluklanıyorum serinlikten, ötesi gerisi ne gam.”
MedCezir - Elif Şafak

14 Ocak 2011 Cuma

Bayanlar Dikkat! Çorabınız Kaçabilir ama Hayat Kaçmaz...

Ofisteyim. Yine bacak bacak üstüne atarken nasıl becerdiysem bilmem çorabımı kaçırdım. Acayip gıcık oldum kendime. "Bütün gün kaçık bir çorapla üstüne üstlük toplantım da var nasıl idare edebilirim?" diye düşünürken bir anda kafamda fikir bulutları belirdi.

Ben bir reklamcı olsam, elime de kalem verseler "Al kızım Maydanoz sen otur slogan üret!" deseler... Yaratıcılıkta son noktam ne olur bilemiyorum. Ama ailem de tasarımcı da, sanatçı da çoktur. "Muhteşem Yüzyıl" dizisi sonrası herkes açıklama yapıyor ya "Soyumuz aslında Osmanlı Hanedanlığı'na kadar gidiyor. Bunu bugüne kadar gizlemeyi tercih ettik..." Ben de işte buradan açıklıyorum. Ailecek soyumuz bir  Michelangelo, Donatello, Rafael  gibi ünlü sanatçıların soyundan geliyor olabilir. Nereden mi anladım. Ailede herkesin yazma, çizme, söyleme, rol yapma gibi yetenekleri mevcut! Üstüne üstlük efsanevi "Ninja Kaplumbağalar" çizgi film serisinde ben acayip bir haleti ruhiyeye bürünürdüm. Hala çok severim. Pizza yediğimde hep aklıma gelirler. "Şimdi yerin dibinde hangi kanalizasyonu borusunda ne yapıyorlardır, pizza'ları var mıdır?" diye... Yani demek ki kan çekiyor. Sonuçta bu yeteneğimin bir anlamı olmalı!

Neyse aile de ressam, şair, roman yazarı, elbise tasarımcısı, yemek tasarımcısı, konsept danışmanı derken acayip geniş bir skala da hizmet verdiğimizi fark ettim. Mesela reklamcı kuzenimle hep şöyle bir diyalog gelişir aramızda:
- Alo Maydanoz bak çok yoğunum...
( Telefonu açışa bak, yoğunsan niye arıyorsun değil mi? )
- Ben de...  Neyse sıkıntın nedir?
( Benim cevap daha beter ya! Şöyle ilköğretim çağındayken uygulamalı görüşme teknikleri diye bir ders koysaydı Milli Eğitim Bakanlığı böyle sıkıntılar yaşamayacaktık...)
- Sıkıntı; bir reklam kampanyası hazırlıyorum. Sen süslü, garip zevkleri olan bir insansın.
- Ben süslü müyüm? Ne bir de garip zevklerim mi var. Garip ne zevkim var ki! Biraz herkesin beğenmediği şeyleri beğeniyor, yemediği şeyleri yiyor, okumadığı şeyleri okuyor olabilirim.
- Uzatma canım anladın sen beni! ( Arada bir gülüş. Gülüşün anlamı şu: Bak Maydanoz'cum bu cevabınla bile garip olduğunu gösteriyorsun. Hahahahaha...) Neyse bir çorap markası için bir kampanya hazırlıyorum. Senin de o markayı sevdiğini biliyorum. Sen markanın en çok nesini beğeniyorsun?
- Soru mu bu kuzen! Tabii ki adı üstü çorapçı o! Çorabını beğeniyorum.
- Ya biraz daha geniş düşün neden o markayı tercih ediyorsun?
- Çünkü pazarda çok ucuza çakmasını buluyorum. Hahaytt! ( Burada çok eğlendiğimi anlamışsınızdır.)
- Sana soran da kabahat!
Çat diye bir kapanma sesi.( Mesela şu ilköğretim çağındaki çocuklara verilmesini önerdiğim uygulamalı görüşme teknikleri dersinde telefon kapama kurallarına da mutlaka değinmeli!)
Telefon yüzüme kapandıktan sonra aynı gün içerisinde mutlaka mesajla fikrimi iletirim. Sonra ailecek toplandığımızda sanki hiç birbirimize gıcıklık yapmamış gibi sarılır, şerefe yaparız.
Şimdi çorabım kaçınca en son kuzenimin beni aramasından yaklaşık 1.5 ay geçmişken aklıma bomba gibi bir slogan geldi:




"Bayanlar Dikkat! Çorabınız Kaçabilir ama Hayat Kaçmaz..."







Evet biz ne kadar titizlikle giyersek giyelim hain bir tırnak, ayakkabı tokası, bir mobilyanın sert ucu dikkatle kaçırmadan günü geçirmek istediğiniz çorabınızı deşebilir. Bir anda önemsiz bir çöplüğe dönüştürebilir. Ama hayat öyle mi! Bir kez fırsatı kaçırdınız mı çorap gibi gidip mahallenin tuhafiyecisinden "Lütfen 2 numara siyah süper ince bir adet fırsat!"  alamıyorsunuz... Hayat hızla akıp gidiyor. Bir yılan kıvraklığında hayatınızın içerisine fırsatlar, sürprizler bırakıp gidiyor. Yakalarsanız harika ama es geçerseniz, görmezseniz, elinize aldıktan sonra kıymetini bilmezseniz aynı kıvraklıkla kaçıp gidiyor.
Örneğin erkekleri ne kadar elinizde tutmak isterseniz isteyin ,sizin dışınızdaki dünyada mutlaka çıkıntı bir sebepten ötürü (çıkıntı sebep: elinizdekini kaybetmenize sebep olan sebepler anlamına gelmektedir.) kaçıp gidebilir. Siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın kaçanı geri döndürmek, hiç kaçmamış gibi yapmak da zordur. Kim bugüne kadar yitip giden ilişkisini iyileştirebildi? İşte size kaçmış çorap etkisinde hayatınızın içine sızmış bir örnek... Kaçan erkeği de kaçan çorap gibi tutmak zordur. Üstelik çorabınız kaçtığında ojeleyip bir noktaya kadar durdurabilirsiniz ama ya kaçan erkeği! Ancak bol oje kokusuyla bayıltabilirsiniz. Ama sonucu değiştirmez...
Yani bayanlar... Çorabınız kaçabilir ama hayat kaçmaz! Bu nedenle hayatı doyasıya yaşamaya ve elinizdeki fırsatları sıkıca tutmaya çalışın...

10 Ocak 2011 Pazartesi

Evlilik Sıfır Noktasından Tekrar Başlamak mıdır!

Bu aralar sürekli olarak aynı kişinin CD'sini dinliyorum. Hele ki bir şarkı var, ne zaman dinlesem tüylerim diken diken oluyor. Emre Aydın'ın kağıt evinden   "son defa" adlı şarkısı! Resmen beni kurduğu hayal kağıt eve sokup, garip bir ruh halinde bir odanın içine tıkıyor... Evlenip giden bir sevgiliye yazılmış en güzel şarkılardan biri! Bir de Ümit Besen'in "Gelin Olmuş Gidiyorsun"u vardır ama ben ancak yarım şişe rakıyı devirince Ümit Besen hayranı olanlardanım. Yani kanımda dolanan alkol oranı arttıkça herkes gibi bende biraz duygusallaşıp, arabeskleşiyorum. Şarkının sözleri öyle güzel sıralanmış ki, öyle ince düşünülmüş ki...

"Nasılsın nasıl gitti?
Alıştın mı sen de?
Rahat mısın artık İstanbul'da?
Evlenmişsin, nasıl oldu?
Bulabildin mi sonunda?
Hep anlattığın o meşhur huzuru
...."

Her bir kelime daha bir anlam kazanmış.  "Nasılsın?" diye sormalar, tutuk konuşmalar. Birlikte kurulan onca hayalin, baş kahraman olma hevesinin bir anda yıkılmasını inceden hissedebiliyorsunuz. Bir başkası olduğunu kabul etmek için uğraşmalar... Sonrasında garip bir kadercilikle durumu kabullenmeler... Bu şarkıyı mutlaka bir kez yada yeniden sözlerini dikkatle dinleyerek ve ne anlatmaya çalıştığını ince ince düşünerek, dinlemenizi tavsiye ederim. Hayatımda hiç aşık olduğum bir adamın evlendiğine şahit olmadım. Hiç böyle bir şarkıyı öylece giden birinin ardından söylemek istemedim. Ama işte bu şarkıyla "Hiç böyle bir durum içerisinde olmamak adına neler yapmalıyım'ı" sorgulamaya başladım! İşte vapurda "Son Defa!" şarkısını dinlerken bu tarz düşünceler içerisinde debelenmeye başladım. Derin bir düşünce havuzunda yorulana kadar kulaç attım...

Bu dünyada en hovardasından, en evlilik budalasına kadar herkese sorun evlilik hakkında bir fikri vardır. Kimisi çocuk için, kimisi aile zoruyla, kimisi mevki para pul için, kimisi büyük bir aşkla evleniyor. Yani herkesin evlenmek için bir nedeni var.(Bu duruma ilişkin ince bir sınıflandırmayı ileriki paragraflarda bulacaksınız.) Evlilik kurumunun kutsallığını bir kenara bırakırsak, evlilik sonuç olarak gerçekten bir kurum! Topluma karşı, aileye karşı, dostlara karşı hatta insanın kendisine karşı büyük bir çaba harcayarak olaylı bir şekilde duyurduğu bir nevi girişimcilik örneği gibi geliyor. Yoksa "evlilik aşkı" yada "evlilik  hayali" yerine "evlilik kurumu" denmezdi değil mi? Herkes bir nedenle evlenmeye  karar veriyor. Geleneksellikten uzak olan bile iş evlenmeye gelince geleneklere göre olsun, şu da olsun bu da olsun diyerek insani iç güdülerle en iyi evlilik duyurma seremonilerinin, kendisinin olması için savaşıyor. Bu şekilde davranmayanlar da vardır ama istisnalar kaideyi bozmaz!

 Kız hayatında kınaya elini sürmez ama kına gecesi düzenlemek ister, adam hayatında bir arkadaşının bile "Vıcık vıcık o ne ya!" diyerek düğününe gitmemişken en kalabalık, en şık düğün benimkisi olsun diye tutturur. Sebep çocukluktan gelen "evlenirsem şöyle olsun, böyle yapayım" hayalleri midir? Tabii ki hayır! Dedim ya evlendiğini duyurma seremonilerinin en güzelinin kendisine ait olmasını istemesi... Çünkü zaten hayatının kadınını / erkeğini bulmuştur. Ama bunu tüm dünya duysun, herkes beni konuşsun, hayatımda bir gece de ben "Super Star" olayım isteği içgüdüsel olarak insanın kendisini, en nefret ettiği organizasyonları bile isterken bulmasına sebep olabiliyor.

Bir de üstüne üstlük evlenilen kadın yada erkeğin içgüdüsel seçim nedenleri vardır ki bunu güzel bir sınıflandırma ile taçlandıralım:

1. Gözüm Kör Oldu Ne Yapayım Aşığım'cılar!
En şanslı grubu oluşturanlar sanırım aşık olarak evlenenlerdir. Büyük bir çoğunluğun içerisinde azınlık olarak görüyorum aşık olarak evlenenleri! Gerçekten sırf aşık olduğu için herşeyinden vazgeçen çok fazla insan var mı bilmiyorum ama her nerede yaşıyorlarsa onları takdir ettiğimi ilan ediyorum. Bu dünyada adam gibi birini bulmak bile güçleşmişken en sahicisinden aşkla evlenenlerin kader çizgisinde "büyük bir aşk yaşayacak ve evlenecek" ibaresinin yer aldığına eminim. Ne de olsa kimi kaderciler için "evlenilecek kişi" senin seçimin öte kaderin sana sunduğu ve değiştiremediğin bir yazgı... Ben kaderci bir insan olmasam da ben ve benim gibi düşperestlerin böyle bir kaderi seve seve kabul edeceğine ve" İnanırım tamam o zaman" diyeceğine eminim!

2. Yaşım Geçiyor Çocuk Sahibi Olmalıyım Bal Kabağı Bile Kabulümdür'cüler!
Kadınlar muhteşem varlıklar! Düşünsenize bu dünyadaki nüfus artışındaki en önemli role biz sahibiz. Evet erkeklere de ihtiyaç var ama düşünün sperm bankasından bile sperm alınarak çocuk sahibi olunabilen bir dönemdeyiz.  Siz hiç yumurta bankasından yumurta alarak çocuk sahibi olan bir erkek gördünüz mü? Muhteşem varlıklar olarak çocuk sahibi olmak bir çeşit hormonların tarafından ele geçirilip yönetilmek anlamına da geliyor. Özellikle 30'a merdiven dayamış kadınların bir çoğu hormonların tavan yapmasıyla "çocuk istiyorum" diye konuşmaya başlıyor.  Sırf çocuk sahibi olmak için her önüne gelen adamı hayatının erkeği sınıfına koymaya çalışan çok kadın tanıyorum! Bu tarz kadınları yargılamıyorum. Ama evlilik nedenini sadece çocuk yapmaya indirgeminin de bazı hayal kırıklıklarını getirebileceğini düşünüyorum!
Bir de tabii kadınlar kadar erkekleri de ele almak da yarar var. Yanında hanım hanımcık duracak, evinin kadını, çocuklarının anası olacak iyi aile kızı arayan erkekleri unutmamak gerek! Bildiğiniz bal kabağına bile ortalama olarak beklentileri karşılıyorsa kabul eden bu kitleye sesleniyorum. Hormonlarınızın ve içgüdüsel isteklerinizin kurbanı olmayın!!!

3.Ooo Zengin ve Mevki Sahibi Hadi Evleneyim'ciler
Sanırım daha çok kadınları bu sınıfa koymak daha doğru olur. Tamamen duygusal sebeplerle adamın kelliği, fodulluğu, yaşı, başı önemli değildir. Daha çok sonuca bakan bu kitle evlilik kurumunun kuruluş beyannamesine imzasını attıktan sonra edineceği soyadına, yasal haklarına, yaşam standartlarına odaklanmıştır. Onlara buradan sesleniyorum. " Tamam evliliğe  kurum dedik ama ticari işletme statüsüne de koymayalım dostlar!"
Bu arada Mehmet Aslan Cosmo'daki bir yazısında zengin kadın avcısı erkeklerden de söz ederek hemen evlenmeye çabaladıklarına  değinmişti. Yani kadınlar kadar erkekler de yavaş yavaş bu gruba dahil olmaya başladı... Modernleşme ile rollerin karıştığı söylemi doğruymuş ne diyelim!

4.Acayip Kazık Yedim Eski Aşkımdan, Bu Adamdan/Kadından İyisini Bulamam'cılar
Kadın yada erkek x-aşkından öyle dertlidir ki karşısına çıkan kişinin de öyle olacağı inancıyla bir süre güvensiz bir şekilde ilişki de ilerler. Sonra her önüne çıkanın hıyar olmayacağını anlar ve o an bir anda kafasında bir düşünce bulutunda şöyle yazar : "Evlen Bu'nunla!". Gerçekten aşık mıdır yoksa Pavlov'un Köpeği gibi kendisini şartlayarak en sonunda kendini aşık mı ettirmiştir bilinmez ama kesinlikle Bu'ndan iyisini bulamayacağı inancıyla evlendiği kesindir.
Bir arkadaşım uzun bir süre adamın biriyle gecelik takılma yaşıyordu. Adam bir dertli, bir yorgun ki sormayın. Bir de canım arkadaşıma "Benden ilişki falan bekleme, böyle takılalım. En son ilişkim çok sorunluydu, ilişkiye hazır değilim!" demez mi... Gel zaman git zaman bunlar canları istediklerinde takıldılar, canları istemediğinde birbirlerini tanımadılar. Hoş benim kız kendini kaptırmış hızla duygusal dünyada yuvarlanıp durdu ama... Ne yapsak etsek "Yok bu adamla böyle de olsa takılmaya devam edeceğim. Çok hoşlanıyorum!" demez mi! Neyse bu takılmaca muhabbetinin üstünden 3-4 ay geçmedi ki adam elinde tek taşıyla kapıda bitiverdi. Neymiş efendim hayatında hiçbir kadın bu kadar sabırlı, anlayışlı olmamış-mış. O'nu iyileştirmiş-miş. Hayatını böyle bir kadınla geçirmek ve hep yanında olmak istiyormuş-muş. ( Bu konu hakkında yorum yapmıyorum. Teklifi eden memnun, kabul eden memnun nihayetinde!)

5.Görmeden, Tanımadan, Kaderime Boyun Eğdim'ciler
En çok üzüldüklerim, "Bu dünyada hangi mazlumlara yardım etmek istersin?" diye sorsalar açlık sorunundan sonra ikinci olarak yardım etmek isteyeceğim kitle mecburi evlilik yapanlar... Aile baskısıyla evlenen bu insanları başkaldırıya, bu zorlamaya karşı eylem yapma haklarını kullanmaya davet ediyorum. Türkiye'nin gerçeği olarak özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nde birçok kadın ve erkek bu şekilde evleniyor. Belki gerçekten sonrasında birbirine aşık olanlar vardır. Ama yine de evleneceğin insanı hür bir şekilde seçme hakkına gasp etmenin bir insan hakkı ihlali olduğu inancındayım.

Sonuç olarak öyle yada böyle bir sebeple insanlar evleniyorlar. Evlenen yada evlilik kararı alan herkese sorun, hayatının aşkı evlendiği kişidir. Hatta ilk aşkı O'dur. Daha öncekiler ya çerezdir yada sırf gerçek olanı bulmak için ayağına takılan çakıl taşlarıdır. Herkes gerçek yada yalan bu cevaba inanmak istiyor ama kimse kimseyi kandırmasın. Bu söylemler artık bayatladı bilesiniz. Ayrıca evlenenlere buradan  seslenmek istiyorum:
 "Allah aşkına evlendiniz diye garip bir psikoloji içerisinde gelenekselleşmeye başlamayın!"
Çevremde evlenen kim varsa evlendikten sonra bir haller oldu. Evlenmeden önce yaptıkları ne varsa unutmaya, evlendikten sonra yorumlarında "Gençlikti... Yaptık bir hata!" demeye başladılar. Ne oluyor o imzayı atınca tüm geçmişte yapılan hovardalıklar, tek gece takılmalar, hata diye adlandırılanlar ( Hata kelimesi de ayrı bir fenomen... Bir olay kime göre ne zaman, nerede ve nasıl "hata" olur?) bir anda siliniyor mu?
Yani ben sevgilimi aldattım, gittim evlenen bir arkadaşıma anlattım. Neden tu-ka-ka oluyorum. Evlenmeden önce O da aldatmıştı. Unutmuş bile Mrs. Çok Doğru? Ya da gittim deli saçması bir adamla birlikteyim. Hemen cık-cıklamalar... Niye? Çünkü Mr. Çok Bilmiş olsa hayatta yapmazmış Bak Hayatının Doğrusu Mrs. Çok Bilmiş'e! Ben de O'nun gibi doğru çok doğru bir adam bulmalıymışım. Bulana kadar beklemeliymişim. İçimden şöyle demek geliyor:
"Sen bu Mrs. Çok Bilmiş'i bulana kadar az mı hatunla çıktın. Aşık oldun, terk edildin, aldatıldın, içtin, dağıttın. Ayrıca Mrs. Çok Bilmiş'in gerçekten doğru insan olduğunu nereden biliyorsun. Hem bu çok doğru kadınlar, adamlar pazar da mı satılıyor veyahut alınlarında "Ben Doğru'yum. Beni Seç!" mi yazıyor!"

Sonuç olarak buradan bir nedenle evlenmiş evlilik kurumu sahiplerine sesleniyorum:
"Evlilik kurumunuza sahip çıkın. Evlilik kurumu ortağınızı aldatmayın. Ve lütfen bir kurum kurdunuz diye kuramayanlara bilmişlik taslamayın. Ve lütfen unutmayın ki evlililik yaşamınızı sıfırlamıyor. Yaptığınız hataları silmiyor.Beyin köklerinizde kurumunuzu kurduktan sonra yeşeren ve biraz da annenizin, babanızın kıyafetini giymiş gibi büyük beden duran geleneksel söylemlerinizden kurtulmaya çalışın. Ha gayret inanın, başaracaksınız!"
Çünkü evlilik sıfır noktasından başlamak değildir. Evlilik seçtiğiniz kişiyle yaşam yolunda "ben" değil "biz" olarak yürümeye devam etmektir!

P.S. Ey anneler ey babalar! Lütfen siz de çocuklarınıza "Ev-Len" baskısından vazgeçin.

6 Ocak 2011 Perşembe

Ve Sonunda Terkediyorum Seni...


Son kez  gitmeden önce sana baktım. Her anımı bana yaşattığın her güzeli, her çirkini öylesine içime sindirmişim ki kolayca görebildim üzerinde. Sanki sarmaşık gibiydin. Kıpırdamadığın halde kollarınla beni sarmalıyor gibiydin. Gitme der gibiydi sessiz duruşun. Her tarafın kirlenmiş, çamura düşmüş çocuk gibiydin. Bu hüzün gider ayak ağır gelmişti. Halbuki kendimi nasılda hazırlamıştım ayrılığa. Günlerce kendi içimde senle yaşadığım, sende yaşadığım her dakikamı her saniyemi düşünmüştüm. Yaşadığım her şey sanki bir tek sen de bir de bende gizliydi.

Ben daha küçücük bir çocukken ilk defa geldiğim bu koskocaman şehirde, ilk senin kapına gelmiştim. Sende büyümüştüm. Beni sarmaşık kollarında büyütmüştün işte. Mutlu anlarımda gülüşüm çınlatmıştı kalbini. Serzenişlerimi, haykırışlarımı sen dindirmiş, kimse güçsüzlüğümü görmesin diye kapı pencere ne varsa kapayıvermiştin. Ne zaman korksam karanlıkta sana sığınırdım. Sanki şehir koskocaman bir girdap adımımı attığım an beni içine çekecek gibi gelirdi. Sen benim hamimdin. Ben tüm benleri sana gösterirken, sen hep yanımda olurdun. Sesin soluğun çıkmaz sanki benim için yaşardın. Geceler boyu başını şişirir olmadık şeyler söylerdim de sesini çıkarmazdın. Senden ayrılıp da başka kollara kendimi koy verdiğimde herkesin senin kadar sessiz ve sadık olduğunu düşünüp, öylece karşılıksız sadece beni seveceklerini düşünürdüm. Bir yalana inandığımı hep canım yanarak öğrenirdim gene de uslanmazdım. Canını acıtacak kelimeler söylerdim. Sen yine de susardın. İçimde yükselen volkanım içime akardı. Lavlar içimi yakardı. Erirdim. Sana anlatacak onca şeyim varken dilim bir türlü hareketlenmezdi. Canımın böyle yandığını görürdün. Kararırdın. Sende o anlarda söyleyecek söz bulamaz daha çok susardın. Sen karardıkça seni daha çok severdim.

Mevsimlere göreydi senin de ruh halin. Yazları ne kadar sıcaksan, nasıl buhranlıysan kışları da öyle soğuk nevaleler gibiydin. İlkbahar en mutlu olduğun, son baharsa en hüznünün seni soldurduğu mevsim olurdu. Bana çok bağımlıydın. Kim bilir belki de bu yüzden senden ayrılmak istedim. Seni zor da olsa terk ettim. Hem de tam kışın ortasında, buz gibi havada tamda soğuktan donmuş vücudunu ısıtacakken… Dışarıda kar yağacak, sende karla donacaktın. Bende üzerine ne varsa örtecek seni kardan kıştan beyaz pamuktan koruyacaktım. Seni asla yalnız bırakmayacak, kapı dışarı çıkmayacaktım. Kahve, çay, sahlep ne bulursam pişirecek tüm kokuları üzerine sindirecektim.  Sana uydurarak yaptığım sebze çorbalarımdan yapacaktım. Sonra kıştan sonra bahar gelirdi. Sen çok severdin taze çiçek kokusunu. Her bahar gelişinde sana aldığım çiçekleri vazolara yerleştirirdim. Kokular üzerine işlerdi. Nasıl da yüzün güler, çiçek rengi olurdu. En sevdiğin koku lavantaydı. Bu yüzden lavantalar alırdım. Lavanta kokulu esanslar alırdım sana. Çarşaflar lavanta kokardı mesela. Çamaşır deterjanı, yumuşatıcısı lavanta, lavanta kokulu sabun, bulaşık deterjanı… Bulamazsam sesin çıkmasa da üzülürdün bilirdim. Sen beni her halimle kabul eden, güldüğümde de ağladığımda da bağırsam da kızsam da sesi soluğu çıkmadan seven tekimdin. Bu yüzden bende sana ne yakışırsa almaya çalışırdım. Gitmeden bu yüzden her şeyi yeniden lavanta esanslarıyla yıkadım. İstedim ki kokun sinmiş eşyalarım seni hatırlatan ama sen olmayan bir şey koksun.

 Ayrılıklara dayanamadığımı bilirdin. Her ayrılık yüreğime bir çizik atardı. Bunu gören, bilen bir tek sendin. Senden ayrılmak sanki tüm bu çiziklerden kurtulmak, tüm acıları unutmak gibi bir şeydi. Zaten mutluluklar her daim anılır anıldıkça da unutulurdu. Acılarsa hiç konuşulmaz, etrafında yürünen ama hiç girilmeyen havuzlar gibiydi. Giren içinde boğulmaktan korkardı. Bu yüzden hiç anılmaz, tek kelime bile edilmezdi. Konuşulmadıkça yürekte saklı tutuldukça büyür, ölümsüzleşirdi. Senden ayrılmaya ilk karar verdiğimde acılarımı düşündüm. Senin gözünün önünde yaşamıştım kimilerini. Kimileri sende saklıydı, bende saklı olanlarsa mutlaka sana anlatılırdı. Sonsuza dek susacağını ve asla anlatmayacağını bildiğim her sırrım sende gizliydi.

Seni bırakıp tüm bu iyiliklerine karşı gidiyordum işte. Bir an gelmiş artık dolduğunu düşünmüştüm. Evet ben hayatımdan yorulmuştum ama seni de kendim gibi yormuştum. Şimdi her bir zerrene kadar ben doluydun. Kimliğinin üzerine yeni bir kimlik gibi oturmuştum. Sende kendim olan beni ben yapan tüm her şeyimi görmek mümkündü. Sen benim için bu yüzden bırakılması çok zordun. Ve bir o kadar da kolay! Bazen kendimi bir yerlerde unutmak ve bir daha nerede olduğumu hatırlamamak isterdim. Kimbilir belki de seni terk etmek böyle bir hayalin gerçekleşmesi olacaktı.

Elimde son bavulum, karşında durdum. Tüm eşyalarım bir arabada beni beklerken, sokakta öylece durmuş sana bakmıştım son kez. Bir daha belki bu cesareti gösteremeyecektim. Bu yüzden deli diyen desin deyip, isteyen istediğini düşünsün umurumda bile değildi.  Sokağın ortasında öylece durdum. Sana öyle bir dikkatle bakmalıydım ki kırk sene sonra bile gözlerimi kapadığımda seni tıpkı bugün gibi anabilmeliydim. Sen benim çocuk anlarım olmuştun. Deli çağım, aşık halim, hain halim olmuştun. Unutmak istediğim insanların hepsi olmuştun. Anılarım, acılarım, isyanlarım… Her şeyim, herkesim, en temelim, geçmişim olmuştun. Ayrılık vakti de gelip çatmıştı yağmurda hızlanmış, eşyalarımı taşıyan arabanın da şoförü kornaya basıp durmaya yani her şey senden ayrılmam için bana baskı kurmaya başlamıştı. Yeni bir hayat, senin kollarınsız, senin çiziklerimsiz beni bekliyordu.

Yollarımız karşılaşır mıydı bilmiyordum ama hakkımı sana helal ediyordum. Yaşanan her şeyin ölene dek sen de gizli kalacağını biliyordum. Bu güvenle sana ilk kez, sana son kez arkamı döndüm. İçimde bir kıpırtı, hüznün esen yaprakları, en trajik ayrılık sahneleriyle en yeni olan doğru yönlendim. Canım evim…Sonunda seni de terk ettim…

P.S. Eski yazılardan...
   

Geceleri Çıkarken Minileri Çekerim, İki Tek Atınca Sorma Ben Çok Tehlikeliyim!

Yılın ilk hafta sonu geldi çattı. Herkes damarlarındaki asil kanda dolanan alkolü bir güzel attı. Cuma akşamı İstanbul gece alemini fethetme ve hücrelerimizdeki azalan alkol miktarını yükseltme zamanıdır.
Her Cuma yaşadığım "Bu gece ne yapsam?" sendromu bu hafta biraz daha üzerime üzerime geliyor. Sanırım yılın ilk haftasını geçirmiş olmamdan kaynaklanıyor. Bilemiyorum zaten bir bahane de üretmeyeceğim. Sonuç olarak her Cuma bir program yapmak gibi bir huyum var. Huyum kurusun! Kararsız bir insan olduğumdan  kendim için bir "Cuma akşamı karar verme sistemi " oluşturdum. Buna göre haftalık mod değerlendirmesi ( Bir hafta boyunca duygusal çalkantılar, hormon değişim oranları hesaplanarak kişinin ruhsal durumunun tanımlanması anlamına gelmektedir.) yaparak Cuma akşamı programıma karar veriyorum. Haftalık mod değerlendirmesi altında mod başlıklarını sizlere şöyle açıklayayım benim pıtırcık okuyucularım:

A- Deli Bir Moddayım, İçeyim Çıldırayım:
Kendimi bütün hafta yoğun bir temponun içinde unuttuysam! Ya da büyük stresli işlerin altından kalktıysam "Offff...!" hadi kafaları çekip biraz rahatlayayım dediğim zamanlarda hemencecik en eğlenceli, en yakın yoldaşlarımı arayarak bir program yaparım. Bu moda girdiğimde tek beklentim kafayı bulacak kadar içmek, çılgın kızlar kulübü üyeleri ile dans edip eğlenmektir. Evet ben bir hedonistim. Eğlenmek yaşamımda olmazsa olmazlardan biri!

B- Özüme Geri Dönmek için Biraz Evde Kalayım:
Her kadının içinde Afrodit  kadar biraz köylü kızı Fadik karakteri de bulunmaktadır. İnsan her daim  seksi iç çamaşırları, jartiyerler, kırmızı rujlarla dolaşamaz ki! An gelir en eskimiş, ağzı burnu yamulmuş tişörtleriniz sizin kendinizi daha iyi hissetmenize neden olabilir. Kendimce bir değerlendirme yapacak olursam özümde yatan kadının pespaye hali bazen baskın çıkabiliyor. Modern, metropol kadın dünyasına ayak basmasaydım belki içimde bir noktada gizlenmiş karakter işi iyice azıtıp dantele meraklı, günlere katılmayı seven ve  mahallenin esnafı ile evlenip, bileziklerini takıp, başbakanımızın dediği gibi 3 çocuk doğurma isteğine sahip olabilirdi. Ama işte "İyi ki olmamış!" ya da " Hay aksi nasıl başıma geldi!" durumları için kadercilik oynayanlar gibi "Kaaaderrrrrr" diyeceğim. Özümdeki kadının dönüşüm sürecinde bana kalan sadece evde paspal, kılıksız giyinme alışkanlığım. Arada atkı ördüğüm ya da temizlik yaptığım da oluyor. Özellikle canım nedensiz sıkkınsa, evimi özlediysem bu özlemi gidermek, kendime biraz iyi davranmak ve şımartmak için evde kalırım.  Uzun süredir şöyle bir kadeh şarap eşliğinde elime bir kitap alıp okumadıysam yada yazı yazmadıysam yine bu mod altında  kendimi şımartmayı seviyorum! Ya da titizliğim tuttuysa gereksiz bir şekilde evimi temizleyip, sonra hop bir duş ve kahve keyfi yaşamak da benim için güzel bir program sayılabilir.  Ne yaparsam yapayım o akşam sonuçtan hep mutlu kalırım.

C- Libidocuklarım Çıldırdı Hovardalık Zamanı:
 "Yarabbim sen beni libidocuklarımın gazabından koru! Benim saf ve masum kişiliğimi ele geçirip bana fantezik isteklerini yaptırmalarına izin verme!" duasından sonra işe el attığım ve "Bu gece bir atraksiyon olacak! Ya olacak ya olacak!" dediğim modumdur. Önce hızlı bir duş alırım, sonra güzel bir makyaj yaparım (Oya Tolga ile yarışırım valla bu konuda!), cicilerimi giyer, kendimi sokağa atarım.  Uzun süredir ilgilenmediğim adaylarımlagörüşürüm, ortalıkta bir adayım bile yoksa var etmek amacıyla kızlar kulübü üyeleriyle ortamlara dalarım.

Hovardalık etmek istediğim akşamlarda garip bir ruh halinde olmuyor değilim. Kendimi hem çok güzel, hem çok tehlikeli hissederken bir yandan da acayip bir korku duyuyorum. Hem eğlenmek hem de sonrasında pişman olmamak çizgisinde gidip geldiğim bir garip ruh haline bürünüyorum. Beynimde aşamadığım yargılarım var hala... Ama ne olursa olsun içtikçe rahatlamaya başlıyorum. Çevremdekilere şöyle bir mesaj veriyorum durmadan. "Ham yaparım seni ham! Bak ben kendimi biraz tanıtayım. Geceleri Çıkarken Minileri Çekerim, İki Tek Atınca Sorma Ben Çok Tehlikeliyim!"


D- Ben Minik Bir Kızım, Hadi Bir Omuz Verin Sarılayım:
Hepimizin en dayanamadığı şey omuz! Bakın sevgilinizin omuzuna yaslanmaya bayılırsınız, annenizin omzuna başınızı koyduğunuzda garip bir güven hissi ruhunuzu doldurur. Ağlıyorsanız  hemen bir omuz bulur, başınızı gömer ağlamaya devam edersiniz. Vücudumuzdaki bütün uzuvlara bir karakter yüklesek sanırım en duygusal uzuvumuz "omuz" olur. En sıkı dostlarla, ailenle uzun uzadıya keyifle yediğin bir akşam yemeğinin tadına doyum olmaz. Eskiler hatırlandıkça konu da konuyu açar, gülmeler, duygusallaşmalar...  Hele bir de rakı ve hafif bir müzik eşliğinde içinden "Hayatımda kendimi rahat, güvende ve gerçekten kendim olduğum başka bir yer bilmiyorum!" diyorsanız ve gözünüz hafif nemli "Ah ah..." çekiyorsanız evet doğru bir "Ben Minik Bir Kızım, Hadi Bir Omuz Verin Sarılayım" Cuma programı yapmışsınız demektir.

E-  Bir Elim Kumandam da Bir Elim Göbeğim de:
Evdeyim. Dizilerim yada romantik komedi, dram vb. birçok film önümde. Patlamış mısırımı patlatmışım. Çekirdeğim bir kasede, biram yanımda. Kanepimin yanına koyduğum sehpamın üstü yüksek kalorili ürünlerle dolu. Üstümde pijamalarım, kafamda Serpil Çakmaklı tokam... İçiyorum, yiyorum gözümü ekrandan ayırmadan izliyorum. Karakterlere lanet ediyorum bir yandan duygusallaşıyorum sigaramı içiyorum efkarlı efkarlı. Biramı içip, göbeğimle oynadıkça geğirmek istiyorum. Allah'ım bu mesut ve öz maydanoz halimi gören bir erkek hala beni severse buradan açıklıyorum. O'nunla hiç düşünmeden evleneceğim!

Sonuç olarak haftalık mod değerlendirmem bana ne diyorsa onu yapıyorum. Dolayısıyla Cuma akşamı için çok bilimsel bir açılımla hareket ediyorum. Bu haftaki değerlendirme sonuçlarım ve programımla ilgili detayları sizinle paylaşacağım. Ama şimdilik ben kaçar, Pipi'ciğimi veterinere götüreceğim de!

"Maydanoz Haber Bildiriyor!


"Yılbaşında herkes fena dağıttı. İstanbul'un tüm sokakları dolup taştı. Maydanoz İstatistik Kurumu yılın ilk araştırma sonuçlarını bir basın toplantısı ile paylaştı. Araştırmaya göre "Yılbaşı akşamı tüm dünyada tüketilen alkol miktarı, Estonya'nın bir yıllık alkol tüketim oranına eşdeğer orandadır." sonucuna varıldığı belirtildi.  Alkol dozu arttıkça kurlaşma, çiftleşme, duygusallaşma, kusma oranlarındaki hızlı yükselme ile ilgili olarak Uzman Bayan Maydanoz "Kurum olarak etik değerlerimiz çerçevesinde hareket ediyoruz. Bu nedenle çiftleşme, kurlaşma oranlarını açıklamama kararı aldık. Fakat şunu söyleyebiliriz ki 2011 yılının ilk gecesi herkes çok eğlenmiş, toplum olarak çok enerjik ve hareketli bir gece yaşandığı kesin!" şeklinde bir açıklama yaptı.
Basın yetkililerinin büyük ilgi gösterdiği bu açıklamanın sonunda Bayan Maydanoz'un "Oranları gel göstereyim" diyerek yakışıklı bir gazeteci ile arabasına bindiği gözlerden kaçmadı."

Maydanoz Kız Blogundan Gelişmeler!

Siber ortamdaki ömrüm çok kısa ama hızla yazmaya devam ediyorum. Burnumu sokacağım, maydanoz tip olarak ele alacağım o kadar konu var ki... Bugüne dek bana blog açmayı öğretmeyenler utansın diyorum! Halbuki ben bana birşey öğretenin geyşa'sı bile olurdum. Ama neyse fırsatı kaçırdınız.
Yazıları yazdıkça yüklemeleri yapacağım fakat bir süre sonra rutinleşen bir çizgide haftalık olarak yazı yazmayı düşünüyorum. Maydanoz olarak ele almamı istediğiniz bir konu varsa lütfen iletin.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Bir File Aşık Olmak, Evli Bir Adama Aşık Olmaktan İyidir!

Küçük kız sütünü lavaboya dökünce annesi frenchli tırnaklarını göstere göstere Selpak havluyla tezgahın üstünü silmeye çalışır. Dam da damm... Bir anda filler işe el koyup, süt ziyan olmasın diye bir güzel höpletirler. Bu arada da tezgahı bir güzel temizlemiş olurlar. Kendini zeki zanneden annenin temizlediğini zannettiğini, küçük kızın annesini bozmamak için filleri görse de annesine söylemediğini, fillerin de beleşe süt içmenin keyfini yaşadığını, Selpak Havlu'nun da bütün bu mazlumları kullanmasını bir güzel izleriz.
Yine meşhur kanepem de kaykılmış yatarken reklama takıldı gözüm. Derin bir insan olarak fillerin dünyası ve çakallığın altın kurallarına düşünmeye başladım. Bir kere artık çocukları kandırmayı bırakalım. Filler öyle mor, pembe, lila renginde falan değiller. Öyle çok sevimli olmadıkları hatta biraz korkutucu oldukları bile söylenebilir. Ama yine de çocukken fillere aşıktım. Böyle kırlarda beni hortumu üzerine oturtup, hoplatak koştursun isterdim. Kulağımın arkasına şöyle bir papatya taksın, sıcak yaz günlerinde üzerime su püskürtsün sonra ben onun sarkık koca kulağından tutayım, arka fonda bir şarkı çalsın biz birbirimize aşk dolu gözlerle bakalım...
Büyüdükçe fillerin bozdan kahverengiye uzanan çok geniş bir renk skalasına sahip olduğunu ama içerisinde pamuk şekeri renginin bulunmadığını fark ettim. Ayrıca ses tonları da hiç öyle hoş değil! Zaten büyüdükçe ilgi alanım da değişmeye, fillerden erkeklere doğru yön bulmaya başladı.
Ben bu düşünceler içerisindeyken bir anda telefonum çaldı. Arayan Bayan Melodi Dram!.  "Bak sana ne dinleteceğim." deyip bana bir şarkı dinletmez mi? "Aşktan usandım, konuşamadım.... Ama evlisin... Benim değilsin... Yıllar önce nerdeydin?.."Kanepemden doğruldum. Pipi'ciğim bile hemen yamacıma geldi. Bir sıkıntı olduğunu anladı tabii, temiz ruhlu evladım!
- Canım arkadaşım  Acıların Kadını Bergen'e mi bağladın?
- Maydanoz benim günahım ne? Giderim değerimi bilmeyen bir adam severim. Adama beş yılımı veririm. Ayrılmamızdan iki ay sonra gider benim tırnağımın dibindeki pislik olamayacak bir kadını hayatına alır. Facebook profile fotoğrafları bir bir koyar. Üstüne kalkarım başka bir adamı hayatıma sokayım derim. O da benim hayatımın ortasında bir dinamit patlatır, darmadağın eder. Adam evlidir ve benim de değildir.

İçim acıdı. Yıllar öncesinde yine böyle bir meselenin ortasında bir o yöne bir bu yöne sürüklenen kalbimi düşündüm. İmkansız olmayan şey aşka dönüşmüyor. Bu yüzden tüm eski aşklarınıza bakın, bir melodram söz konusudur. Ya yaşı büyüktür, ya çok yakın bir dostunuzdur, ya isteseniz de olmaz vs. Ama evli olması bambaşka bir boyut kazandırır meseleye. Aşkı iki kişilikken alır, bir üçüncü kişiyi daha devreye sokar. Ve ne yazık ki üçüncü kişi olan belki de karısından ya kocasından daha çok sevmenize rağmen sizsinizdir. Ama siz üçüncüsünüzdür. Hele bir de çocukları varsa...
- Öncelikle şu bayık şarkısıyı kapa lütfen! Gelelim asıl meseleye şimdi sana içine oturacak ama kendine geldiğinde aklını başına getirecek bir şey söyleyeceğim. "Sen,  bir Balık burcu erkeği olarak en hayır gelmeyecek erkek burcuna sahip  O balık beyinlinin hayatında beşinci sıradasın."
Derin bir sessizlik, anlama sessizliği, sindirme sessizliği... Birazdan bir çığlık kopacak önce isyan dönemi sonrasında tüm gücünle dilek dileme ve tek bir tane olan dileğini evrene salma dönemi ama en sonunda çaresizce kabullenme ve unutma dönemi başlayacak. Bazı aşklar yaşanmadan güzeldir. Yaşandığında çirkinleşebilir, sizi kırabilir, olmadığınız bir insana dönüştürebilir.
- Ben nasıl beşinci oluyorum söylesene?
- Öncelikle Balık beyinli adam birinci sırada çünkü insan bencil bir varlıktır. Sonra karısı çünkü ne olursa olsun herşeyi ilk ona yaşatan kadın O!  Üstelik hala evliler, pat diye boşanamıyor bile. Sonra birinci çocuğu, sonra ikinci çocuğu. Çünkü insan kendinden sonra ilk olarak çocuklarını düşünür. En son da sen geliyorsun. Say bakalım, beşincisin!

Aşk dünyada ki en yüce duygulardan biri olabilir ama vicdanınızın sesi, pişmanlık, mutsuzluk duyguları ile asla bir arada yaşayacak bir duygu değildir.
Aşk mutsuzlukla beslenir, tutkuyla beslenir evet! Genelde evli biriyle yaşanan aşk imkansızlık, arada görüşmek ve görüşülen dakikaların kıymetinin bilinmesi gibi durumlardan ötürü umutsuzluk döngüsünde daha sancılı, daha yoğun, daha tutkuludur.
Ama aşk pişmanlık duygusunu hiç sevmez! Pişmanlık ve  suçlama duyguları kapıdan girince, aşk yavaşça içinizde derin bir oyuk açmaya başlar. O oyuğu kapatmak, hayata sıfırdan başlamak kadar zordur. Bu nedenle evli bir adama aşık olmaktansa çocukluğum da mor renkli olduğuna kendimi inandırdığım koca kulaklı, hortum burunlu bir file aşık olmayı tercih ederim. En azından ben aşkıyla kavruldukça üzerime her su püskürttüğünde kendime gelebilirim.
Aşk tektir. Bu yüzden her aşık olan, aşık olduğu kişinin hayatında tek olmak ister. Bu yüzden biraz bencildir. Evli bir adam sizin hayatınızda ne kadar tek ve değişilmez olursa olsun, siz onun hayatında hep ikinci sırada olacaksınız.  Boşansa ve evlenseniz bile ilk düğün heyecanını başka biriyle yaşamış olacak. Siz O'nun ikinci büyük heyecanı olacaksınız her konuda. İkinci büyük heyecanla evlenme teklif ettiği kadın, sabah uyandığında ilk görmek istediği belki de ama ikinci olarak gördüğü kadın, ikinci ona çocuk veren kadın... İkinci olmanın dayanılmaz sancısı, mutsuzlukla mutlu olmanın ince çizgisi içerisinde bir ömür geçirmektense bir file aşık olmak! Evet bir file aşık olmak, ne olursa olsun evli bir adama aşık olmaktan iyidir!

P.S. Şarkı Yıldız Tilbe'den "Ama Evlisin!" di.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Yeni Evlatlığım "Pipi"!

Onunla ilk karşılaşmamız pek romantik değildi. Yine bir Cuma akşamı geç dönmüşüm eve.Hafif de sarhoşum. Soyundum, dökündüm üstümde ne varsa attım kendimi yatağa. Resmen sızmışım yatakla bütünleşmişim. Bir anda parmaklarımın ucunda bir dokunuş hissettim. kafam da iyi olunca önce "Ayy sevgilim yapma!" dedim. O zaman Bay Tel Kafa hayatımdaydı. Kolumu  Tel Kafacığımın beline sarılayım diye bir uzattım. Amanınnn... Boşluk! Ama ayak parmak uçlarımı biri resmen yalıyor. Dokunmakla başladı,  yalamayla devam derken o an  resmen ayıldım.  Bir döndüm gözleriyle karşılaştım. Ses tellerimin el verdiğince çığlığı bastım. Beyefendi öylece karşımda sinsice duruyor. Resmen taciz, resmen haneye tecavüz... Damarlarımda gezinen alkol çığlık attığım an buharlaşarak evrene salındı eminim. Elim ayağım titriyor. Elime yastığı aldığım gibi üzerine atıp, içeri odaya koştum. Saat sabahın 6'sı, koştum arkasından ne bulduysam atıp pencereden çıkarttım.
Pis sinsi iblis! Bir genç kızın en mahrem yerine girmeye çalışmak neymiş görsün! Yaz günü pencereleri kapadım. Sabahın körü falan dinlemeden telefona sarıldım.
- Alo şıştt daha demin resmen tecavüze uğruyordum çok korktum.
Karşıdaki ses "Neeyyyyyyy!" diye bağırmaz mı? Korktum valla tepkisinden.
- Yatakta sızmışım bir baktım kedinin bir tanesi parmaklarımı yalıyor. Önce sen zannettim..
Derin bir sessizlik oldu. İçinden artık ne saydıysa bana, ben sadece:
- Aşkım sen deli misin? Benim kalbime mi indireceksin. Bir gün de adam akıllı anlatsan meseleleri. Şöyle basit ve yalın hem farkında mısınsaat kaç? cümlelerini duydum.
Aaaaa güya hayatımın erkeği olacak! Dediği lafa bak. Bir bozuldum, başladım avazım çıktığı kadar bağırıp üste çıkmaya "Ben kalkıp yalnız başıma yaşadığım korkuyla ilk seni arayayım. Beyefendinin dediğine bak..." Aman göreceksiniz. ne erkekliği kaldı, ne beni yalnız bırakması, ne yaşadığım korkunun üzerimde yarattığı psikolojik derin izleri...
En sonunda baktım ki sabrı taşıyor.  Önce abuk subuk atışmalar, sonra yumuşamalar, sonra canım balım hiç sen benim senin ayak parmağını yaladığımı gördün mü diye yumuş yumuş cümleler. Neyse tatlıya bağladık, kapadık telefonu.
Sonraki günler gözüme kestirdim Tecavüzcü Çoşkun'u. Taktı bana sürekli bir röntgenlemeler, arada çat kapı içeri  girmeye çalışmalar. Mahallede görünce üzerine doğru koşup, az kuyruğundan yakalamaya çalışmadım. Mahallede çatlak bir kadın var mübarek Panter Emel! Sürekli bu ve arkadaşlarını sütle besliyor. Bir keresinde cık cıklayıp " Ayıp ama kızım utan hayvancağızdan ne istiyorsun!" demez mi. Valla içimden Tecavüzcü Çoşkun'umun değil ama  Panter Emel'in saçlarından yakalayıp "Sen benim bu kediden ne çektiğimi biliyor musun, bana yazık değil mi!" demek geldi..
İnsanoğlu garip yaratık! Bir sevmediğimiz şeyi bir başka gün sevebiliyoruz. Bay Tel Kafadan ayrıldım, yaz bitti. Güz geçti. Kış geldi dayandı kapıya. Tüm mevsimler hızla geçip gidiyor, sevdiğim adam  bile çekti gitti bir Tecavüzcü Çoşkun'um hala bana tutkun ve ısrarlı! Benim de ruhum okşanmaya başlamadı değil. Bütün hayatıma giren erkeklerin ilk başta yaptığı gibi ısrarla peşimden koşuyor. Evime sızıyor, ne yapsam, ne etsem yine de peşimi bırakmıyor. Eee bari bu hayatta benim de bir evladım olsun dedim. Annemin sürekli evlen, çoluk çocuğa karış lafına istinaden gayrı meşru bir evladım olsa fena mı olur!
Bugün baktım yine gözetliyor. Açtım penceremi girdi içeri. Sanki bugünü bekliyormuş. Önce bir banyo operasyonu! Az buçuk direndi ama olsun öğrenecek adam gibi yaşamayı o da.  Şimdi mutlu mesut ortalıkta geziniyor. Yine parmağımı yalıyor. Banyodan sonra bir güzel kuruttum tüylerini, bu arada yaptım anlaşmamı. Anlaşmadaki kurallar neler mi?
Madde 1 - Bundan sonra sokaktaki düşmüş yaşantını bırakacaksın. Adın "Pipi" sorarlarsa miyav değil " Pi-Pi" diyeceksin.
Madde 2 - Kız arkadaşların olabilir ama istemeyene saldırmak, zorla ırzına geçmek yok. Bu arada korunma yöntemlerini adam gibi öğreneceksin. "Annecim bu kız hamile kaldı, ben evlenmem yada evleneceğim ama işim yok gücüm yok sen ikimize ve torununa bakabilir misin?" demek de yok. Bir kere kaypak erkek olmayacaksın. Adam gibi bir adam olacaksın. Yemin ediyorum öyle bir şeyle gel, bacaklarını kırarım.
Madde 3 - Arkadaşlarınla yalnızca dışarıda görüşebilirsin. Öyle eve getireyim annecim sen bir yemek yapta yiyelim yok.
Madde 4- Hayat müşterek bu yüzden sorumluluk sahibi olacaksın. Öyle ben ortalığa pisleyeyim, annem temizler yok. Ben zaten ev geçindirme derdine düşmüşüm bir de senin pisliğini temizleyemem. İşin ucundan tut sen yala mesela kanepeyi, perdeyi bir güzel temizle! ( Bu madde hiç hoşuna gitmedi!)
Madde 5- "Ben erkeğim ne istersem yaparım." ayaklarını annen yemez. Bu nedenle adam gibi hesabını vereceksin. Oturup konuşacağız. Ben demokratik bir aile ortamını destekliyorum bu yüzden hata yapmadığın sürece zaten seni sıkmam Pipi'ciğim.
Madde 6- Parmak uçlarımı bir daha yalarsan yemin ediyorum dilini keserim, kedi dilli bisküvi yaparım seni. Geceleri sen yatağında ben yatağımda yatacağız. Annelere de aşık olunmaz, o kedi beynine sok. Yoksa  Pipi'ciğim dediğimi yaparım.

Pipi bu dünyada önemli bir isim. Öyle büyük anlamları olmasaydı erkekler bu kadar böbürlenerek sürekli pipilerini mutlu etmenin peşine düşer miydi? Söyleyin bana niye penaltı sırasında burunlarını, gözlerini, kulaklarını korumak yerine  elleriyle pipilerini koruyorlar? Demek ki beş duyu organından bile önemli onlar için. Ama benim Pipi'm öyle sıradan bir erkek gibi olmayacak! Sokak serserisi, hafif asabi ama bendeniz Maydanoz güzelce törpüleyecek onu. Eğitecek görün bakın nasıl bir salon adamı yaratacağım benim Tecavüzcü Çoşkun ruhlu evlatlığımdan. Hem napayım? Anne yüreği, bu zamanda çocuk büyütmek kolay mı!
Neyse şimdilik ben kaçar, malum Pipi'ciğimle ilgilenmem lazım...Pipi'm de benim gibi hayırlı, annesinin sözünü dinleyen bir evlat olur işallah!

P.S. Anneme söyledim annecim bir torunun var artık diye kalpten gidiyordu. Neyse Pipi'den bahsedince içi biraz rahatladı. . Adını keşke "Pipi" koymasaydın dedi. Allah allah sanki benim adımı seçerken, bana sordu. Ben de bu dünyadaki tek evladımın adını istediğim gibi koyarım değil mi ama?

Seven Kızın Romanı Var da Seven Erkeğin Romanı Olmaz mı!

Senenin ilk günlerinde içimde garip bir arabaske bağlama isteği var.  İçimden bağıra çağıra Ümit Besen şarkıları söylemek, Demet Akalın'ın talihsiz aşk hayatı için ağlamak,  Ferhat Göçer'in "Vur Kadehi Ustam"ı eşliğinde kadehleri yere atıp kırmak istiyorum. Her zaman bir bahanem vardır içmek için ama bu sefer valla bahaneden değil içimdeki efkardan dolayı içmek istiyorum.
Neden efkarlı olduğumu bilmeden bütün gün çalıştıktan sonra eve doğru yol alırken açtım radyoyu. Trafik sıkışık durumda her zamanki gibi!  Allah'ım o da ne! Avcılar'dan Elif, Demet Akalın'dan "Seven Kızın Romanı" adlı şarkıyı istiyor. Tüm sevenlere armağan ediyormuş. Acaba efkarımın nedeni bugüne dek hiç sevdiğim adam için radyodan şarkı istememem olabilir mi? Avcılar'da radyo başında oturup da seven kızın romanını bu şarkı eşliğinde yazan Elif'i düşünüyorum. Niye hep seven kişinin romanını yazma işini biz ele alıyoruz. Nedir bu bizde ki edebi yetenek!

Adamın biriyle  barda, okulda, sporda, sokakta bir rastlantı sonucu tanışıyoruz. Zaten en dramatik aşk hikayenize bakın başlangıcı süperdir. Kurlaşmalar, heyecanlar, kendini ispat çabaları... İçimizdeki döşemeci junior'lar ( Döşemeci Junior: Bir durum sırasında beyninde dans eşliğinde olay anını ve tüm detayları beyninize döşemekle yükümlü algı çipleri, bir nevi sizin junior halinizin beyninizin içinde durumu yazmaya başladığını düşünün...) sağolsun ne yaşıyorsak adamla, beynimize kazımaya başlıyor.  Döşemeci juniorlar sadece bizim cinse ait bir özellik olduğu için yakın dostlarla bir araya gelinip her bir gelişme anında takibe alınıyor.En ince ayrıntılarına kadar durumu aktarıp adamın bir sonraki aramasına kadar bütün olasılık hesaplarını ( kadınların olağan yaşantılarında en çok kullandıkları matematik bilgisi) hesaplamıyor muyuz? Adamın gün içindeki arama sayısı, ilk buluşmadaki tavrı, sonraki günlerde  size davranış biçimi, A demesi, B demesi,  an be an durum üzerinden yapılan yorumları bir araya getirip anlamlar yükleyerek  bir sonuç çıkarmıyor muyuz? Evet hepsini yapıyoruz. Sonucunda da detayla işlenmiş, masallaştırılmış karakterlere, anlar toplamına sahip oluyoruz. Öyle ki kafamızda büyütüp büyütüp hıyarları prens zannediyoruz. Zaten hıyar değilse prens ise kimse de Demet'ciğimin bu şarkısında da belirttiği gibi kalkıp bir seven kızın romannıı yazma işine girişmiyor.
Erkeklerin bir kere döşemeci juniorları yok. Üstüne üstlük balık hafızalar! Hadi sevgilinize en detayından kalkın bir soru sorun, bakalım kaç saniye yada dakika duraklama süresinden sonra cevap verecek. Üstüne üstlük cevap doğru olacak mı? Siz hiç dünya üzerinde erkeklerin bir araya gelerek kahve eşliğinde en detayına kadar her bir buluşmanızı, tavrınızı tartıştıklarını, üstüne fal kapatıp birbirlerinin fallarına baktığını gördünüz mü yada duydunuz mu? Aranızda evet diyenler varsa hemen ciddi bir karar alsın. Adam ya gay'likten sıkılmış bir tip yada biseksüel ama kesinlikle sorunlu demektir.

Erkekler de roman yazabilir sorusuna gelince, acımasız olmayalım yazabileni vardır elbet! Ama çoğunlukla romanında sizinle tanıştığı ilk an eğer sadece kendi cinsleri okuyacaksa şöyle başlar:

" En yakın dostlarla kafaları dağıtmak için  bir  partiye katıldık. Deli kalabalık, içtikçe içesi geliyor insanın. Kadınların hepsi dergiden fırlamış gibi üstelik. Bu gece hangisini kessem, kime yanaşsam derken bir anda gözüme çarptı. Onu ilk gördüğümde hiç böyle bir ilişki yaşayacağımı düşünmemiştm. Etrafta bir sürü kadın varken tamamıyla onda yoğunlaşmıştım. Seksi vücut hatlarıyla içimi gıdıklamıştı. Hemen beline sarılıp onu öpmek istemiştim. Gecenin sonu için planlarım tahmin ettiğiniz gibi:) (bu sırıtış ikonu mutlaka burada olmalı) Önce kendimi fark ettirmek için arada kaçamak bakışlar fırlattım. Sonra kankalardan birine sorup kim olduğunu öğrenip hemenişe koyuldum. Plan işledi. Taktikler sonrası işim kolaylaştı. Ama herşey bir yana günler geçtikçe, anladım ki en az  vücudu kadar şehvetli, asil bir ruha da sahipmiş. Ama işte zaman aktıkça ...."

Eğer bu ilk anı kadın yazsaydı şöyle olurdu:
" Günlerden Cumartesiydi. Kızlarla x'in y mekanındaki z partisine katıldık. Oldukça kalabalık ve güzel bir partiydi. Sevgilimden yeni ayrılmış biri olarak kafamı dağıtmaya  çalışıyordum. Kalabalığın içinde konuşmak isteyenler, karşılaştığım dostlarım, müzik, dans derken gecenin ilerleyen saatlerinde onu gördüm. O an o kalabalığın içerisinde sanki her şey dondu. 30'lu yaşlarında,.... ( bu bölümde fiziksel özellikler hatta tahmini meslek bilgilerine bile değinilebilir.) Harika bir gülüşe sahipti. Arkadaşlarıyla sohbet ederken elindeki bardaktan bir yudum alıyor, arada bana bakıyordu. O kadar eğlenceli, o kadar çekici birine benziyordu ki gözlerimi ondan alamıyordum. x'in kuzeni ben de uzaktan tanırım kızı. ( bu x'in kuzeni hakkında detay bilgi) bir süre onunla muhabbet etti. İçimden hayvan herif sanırım o kızla takılıyor derken kızın bana doğru geldiğini gördüm. Sevimsizce kızla konuştum. Sonra muhabbet ederken yanımızdan geçtiğini gördüm. Kız bir anda O'nu durdurdu. Şansa bak dedim içimden  ama belli etmeden tanıştık.... ( bu bölümde o andan itibaren eve ayak basana kadar olan her detay anlatılır.) Sonra zamanla O'nu tanıdıkça hayatımın adamı olduğunu düşündüm.Ama işte herşey ilk başta hissettiğiniz türden olamayabiliyor... "

Dolayısıyla seven kızın romanı hep beyaz dizi gibi olurken seven erkeğin romanı aksiyon tadında olacak. Zaten erkekler aksiyona daha düşkün oldukları ve bir sonraki aksiyona odaklı yaşadıkları için de seven kadın romanını yazarken, onlar başka bir romanı yazmadan yaşamayı tercih ediyor. Çünkü erkekler bir kadını gördüğü anda önce onu yatakta düşler, eğer iyiyse onu hayatında bir yere koymak ister. Kadınlarsa önce hayatında bir yere koymayı sonra yatakta görmeyi yeğler!

P.S. Seven Kızın Romanı şarkısını ben de sizlere armağan ediyorum.

2 Ocak 2011 Pazar

Crunch'çı Var Hanıımmmm!

Artist doktorum ağrılarıma ilaçla son vereceğine " Maydanoz Hanım" diye başladığı cümlesine latince bilmediğim anlamadığım kelimelerle devam etti. Gerizekalı gibi hissederken kendimi, bön bön suratına baktım.Tanıdık olmasam karşısındaki silik hastası olan bendenizi bir güzel kapı dışarı edecekti. Ama en sonunda " Şeyy ben anlamadım yani ne yapmalıyım?" deyince o da:
 "Ee söyledim ya, şöyle iyi böyle iyi latincem! Sen anlamadın  latince konuşuyordum ama dur bir de senin anlayacağın dilden anlatayım.Spora gideceksin 6 ay sonra tekrar kontrol edeceğiz gidişatını" dedi ve beni bu sefer gerçekten postaladı.
Buradan tüm sağlık sektöründekilere sesleniyorum. Latince anlamayanlar da insandır!
Neyse bu ezik anıma çok takılmadan konuya gireyim. Gittim bir koşu spora yazıldım. Şehrin en nadide merkezlerinden biri. Duşları yemin ediyorum benimkinden temiz. Evde duş almayı bıraktım. Böylece banyoyu temizlemek zorunda değilim artık. Kikiki çok zekiyim! Karılar cillop, erkekler cillop, duşlar temiz. Daha ne isteyeyim yani...
İlk gün  yağlarımı, kas oranımı ölçtüler. ( Çok şişman  değilimdir ama aynada gördüğüm kişi de resmen ben değilmişim. Bildiğiniz yağ torbası çıktım.) Sayelerinde boyumun kaç olduğunu da biliyorum artık. Ölçme biçme bitti geldik mi abuk subuk sorular bölümüne. Yok hiç hayatımda spor yapmış mıyım, yok alkolü ne kadar tüketirmişim aa bir de sigaramı içiyormuşum. Cık cık cık...  Hemen hemen her gün içerim deyince soruları soran çocuğun gözleri fal taşı gibi açıldı! Yaklaşık 1 saat sonra bir güzel beni eve postalayıp bugün sen git yarın gel  dediler.
Sporun ilk günü ilkokula başladığım ilk gün kadar heyecanlıydım. ben enreden bileyim başıma gelecekleri! Din dan dommm lay laa layy şarkıları söyleyerek girdim içeri. Benimle ilgilenecek spor hocam elinde programımla beni karşıladı. Ah şirincik, ne tatlı şeker bir adam bir görseniz. Sabır küpü resmen! Okudukça benimle ilgili bilgileri gözleri faltaşı gibi açıldı.
-Kuralları şöyle sıralayalım. Kilo vermek, fit vücut yapısına sahip olmak için değil sağlık için kayıt olmuşssunuz. O zaman daha hassas olacağız düzenli geleceğiz tamam mı?
Cılız ben:
-Tamam.
- Sigarayı azaltacaksın, alkol her gün yok. Ayrıca beslenme düzenin fast food üzerine kurulu bunu da düzenleyelim olur mu?
- Yarı tamam.
Ne yani tas tamam diyemem ki. Neyse bu cevap sonrası hocam önde ben arkasında başladık programa.Amanınnn ağlayayım mı güleyim  mi halime! Yürüyüş bandında millet olduğu noktada mübarek kırmızı halı üstüne yürür gibi  bense geriye doğru düşer gibiy yürüyorum, o garip aletleri kullanmak ayrı bir ölüm hiç o konuya girmeyeceğim. 1 saatin sonunda hocam bir sonraki derse kadar görüşmek üzere deyip bana atölye derslerine de katılmamı önerdi. Eve gidip ne yapacağım ısındım zaten deyip... Yalan yalan tamam bozulan karizmamı ilk günden düzeltmek amacıyla daha demin gördüğünüz kişi tamamen yanılgı aslında atletik bir insanımdır edalarıyla "crunch" denilen garip bir derse girdim.
Ben crunch'ı bir tek çikolata markası zannediyordum meğer karın kaslarını falan güçlendirince de "crunchhh" diyebiliyormuşuz. Girdim içeri... Aman allahım serap görür gibiyim. O ne yakışıklılık o ne endam Çikolatam Balım Arım... İçimden seni yerim çıtır hem de crunch gibi diyesim geldi. Hemen en arkaya geçtim. Crunch'çı komutleri veriyor "Evet arkadaşlar şimdi biraz ısınalım!" diye ama ben yanıyorum, ince ince terliyorum bile. Neyse derin nefes aldım başladım aynı hareketleri yapmaya. Millet antremanlı etrafımdaki kadınların yarısı Crunch'çıyı kesmeye gelmiş zaten. Evde kesin bu hareketleri bir iki tekrar ediyorlardır diye düşündüm. Bacaklarınızı ayırmadan havaya kaldırırken, poponuzu yükseltin dirseklerinizden destek alın diyor. Benim bacaklar iki yana hop yere çakılıyorum. Tekrar deniyorum küt yerdeyim. Matın üstünde çaresizce oturdum. Sonra ha gayret yenilmek yok deyip yanımdaki  boya küpünü taklit etmeye çalıştım.. Yok karı Ebru Şallı'dan daha manyak nerdeyse tek parmağı üzerinde artistik patenaj yapacak. Crunch'çı bana bakıyor, ben çaresizce deniyorum deniyorum. Aptallığıma mı yanayım, bir boya küpleri kadar olamadığıma mı. Neyse son bir hamle başaracağım deyip tekrar başladım.
Crunch'çı yere yatın ve yan dönün dedi. Döndüm. "Şimdi beni dikkatle izleyerek aynısını yapın" dedi ve ben o an koptum.
Dostlar buradan bütün spor salonu sahiplerine sesleniyorum! Lütfen çok yakışıklı adamları işe almayın. Akıl ve beden sağlığını bozuyorsunuz. Crunch'çım  yan dönünce sıyrılan tişörtü bütün göbek bölgesindeki baklavalarını tatlı tatlı ortaya çıkarmaz mı? Ben baklavaya dayanamam, şeker hastası olsaydım ve canım istedi diye yesem o baklavaları afiyetle  sonra komaya girsem kim olacak sorumlusu?
Herkes ne yapıyorsa bizim Crunnchçi yapıyor ben takıldım o baklavalara. Durdu dünya, durdu herşey. Bir tek ben ve o baklavalar. Bir anda bana bakan ve muzipçe gülümseyen gözleri gördüm. Eyvah röntgenlerken yakalandım. Şıpır şıpır terliyorum, Crunch'çımı yemek istiyorum, artık nasıl bön bön baktıysam gözlerimden okudu. Çok utandım resmen tüm libidocuklarım  "Biz artıyoruz gittikçe, heyy Crunch'çı seni bekliyoruz!Tam vaktidir valla" diye bağırıyorlar.
Sessizce millet derse devam ederken hırsız gibi parmak uçlarımda atölyeyi terk ettim. Kendimi direk soğuk duşun altına attım.
Sonuç ne mi? Ertesi gün her tarafım tutuk, oturunca popom ağrıyor. Yere eğilemiyorum bile, kollarım bir yanda, bacaklarım bir yanda... Öldüm valla, iki gün yattım. Bir daha o derse giren ne olsun. Ruh ve beden sağlığıma uygun dersi buldum. Yoggaaaaa! Evet yoga derslerine başladım. Ommmm deyip evrenin derin sularında boğuluyorum. Gözlerimi kapatıyorum, görevimi yapıyorum. Hem hocam da kıvırcık bir kadın! Bir zarar gelmez, libidocuklar delirmez. Kendi güven alanımı yarattım anlayacağınız.

P.S: Hayır niyetine spor salonuna bir tabela yaptırayım diyorum.
" Boya küpleri giremez. Millete hava atacağınıza ter atın ulan!" diye. Ne dersiniz.