İçim titredi bakışınla... Uzun süredir ilk defa hem de! Bir sızı hissettim yüreğimde, sanırım seni uzun süredir görmemiş olmanın sonucu bir özlemdi benimkisi...Bu özlemle sanki derin uykumdan uyandım.Tekrardan kötü olduğumu, hin olduğumu, cin olduğumu hatırladım. Yoksa bu halde olmazdık! Sen bana bakıyordun gizliden... Başkasıyla konuşurken ne söylediğimi, neye güldüğümü, ne hisettiğimi delicesine merak ediyordun. Birbirine hem çok yakın, hem de birbirinden çok uzak olma haliydi bizimkisi.
Neydi insan bedenindeki katmanlar... Fiziksel beden... Yani bende en sevdiğin dudaklarımın, gözlerimin, ellerimin, saçlarımın bir parçası olduğu beden! Fiziksel bedenlerimiz bir arada değildi. Senin yanında oturan başka biriydi. Bedenlerimiz birbirinden uzaktaydı.
Sonra astral beden... Fiziksel bedenimin altında konumlanan astral bedenim bir yolculuktaydı. Seninle karşılaşmışken hem de çok uzun zaman sonra, tam da en gerektiği anda astral bedenim hovardalık yapıyordu. Kimbilir neredeydi? Sen bana dikkatlice bakarken, lime lime kıyarken içime "rengin nedir?" diye sorsalar, kesinlikle kırmızı derdim. Benim astral bedenim bir yolculukta ve rengi kırmızı! Hem de kıpkırmızı. Halbuki fiizksel bedenimin üzerinde gezinen gözlerinden yemyeşil vadiler akmalıydı! Serinleten, dinlendiren yeşil yerini insanı yoran, delirten, kızdıran bir kırmızıya bırakmıştı.
Fiziksel bedenim yanlış bir yerde, astral bedenim hovardalıkta iken üçüncü katmandaki ruhsal bedenime baktım. İkimizinde ruhunu her şeye rağmen birarada buldum. Fiziksel bedenlerimiz istediği kadar birbirinden uzak olsun, ruhsal bedenlerimiz yanyanaydı. Ve işte konuşuyorduk:
- Uzun zamandır sana kızgınım!
- Biliyorum.
- Bu kadar zamandır hiç mi düşünmedin, hiç mi üzülmedin? Ne yaptın onca zaman...
- Kolay değildi...
İkimizin ruhu konuşadursun, en son katmana indim. Derin bir karanlıktaydı işte zihinsel bedenim! "Tam" olmam için zihnime ihtiyacım vardı. Ruhsal bedenim ne kadar kalbimi dinliyorsa, zihinsel bedenim de o kadar beynimi dinliyordu. Seni istemiyordu. Seni "hata" olarak anıyordu her bir cümlesinde... Elinde olsa, tüm diğer bedenlerime hükmedebilse her bir katmanımdan seni silip atardı. Bu yüzden sinirli bir şekilde"sen"in var olduğun noktayı oymaya ve her bir zerremden seni silmeye çalışıyordu.
Ben içimde birden fazla bedenle, birden fazla Ben ile senin karşındaydım. Suskun, tepkisiz ve biraz da kırgın bir şekilde duruyordum. Sen de en az benim kadar kırgındın, her bir katmanım şahitti bu kırgınlığa... Her şeyi bir umutla dileyip, hiçbir şey elde edemeyen insanların yaşadığı kırgınlıklara sahiptik ikimizde. Fark sadece bu kırgınlığı birbirimizi ne zaman görsek, hissedecek olmamızdı.
Tüm bedenlerimin bir arada olmasını, Öz'ümü bulmasını diledim. O "öz noktasında" seninle olmayı çok dilerdim. Ama olmadı. Olamazdı da... Hatalar bazen büyük bedellerle ödenirdi. Ve aşk büyük hataları kabul etmeyecek kadar saf ve kırılgan bir çocuk! Bir kez yara aldı mı, ihanete uğradı mı, yalan söylendi mi, bir şeyler gizlendi mi... Eski olana dönmesi imkanzsızlaşır...
Hiç bir şey yaşamadan bir şeyleri tüketmek ne garip! Gözgöze bile gelemezken tüm korkularımız uyanıveriyor, kalkanlarımızla sarmalanmışken bir anda savunmasızlaşıyoruz. Yıkılmayacakmış gibi duruyoruz ama içimizde gizlediğimiz bedenler bizi ele veriyor. Kırgın, üzgün, kızgın... Tüm duygularımız ayaklanmış devrim yapmaya hazır tutku dolu askerler gibi!
Her güzel şey bitmezmiş! Bazı şeyler hele ki hiç yaşanmamış, yaşanamamış ise asla bitmezmiş. Sadece üzerine bir çizik atılıp, "bitti" diye insan kendini kandırırmış. Bir insanın kendisine söylediği en büyük yalan, tüm bedenlerinin haykırışlarını dinlemeden, bitmemiş bir şeyi bitmiş olarak gösterip olmayan bir şeyi olmuş olarak göstermesi olurmuş!
Aynı mekanda, birbirimizden uzak bir o kadar da yakınken... Aslolan gerçeği ne kadar görmek istemesek de bir kenara itemiyorduk. Bu evrende yaşanılan hiçbir an, hiçbir duygu ne kadar hiç'likle dolu olursa olsun yok edilemez! Gözlerin gözlerime değince o anda ve ilk defa yalan söylememiştik birbirimize. Sonu olmayacaktı, yarını yada öbür günü... Sözler olmayacaktı, inanılmış hikayeler... Sadece an olacaktı. Yaşadığımız an! Hani herkesin asıl yaşamak istediği ama ya geçmişe ya da geleceğe takılarak unuttuğu şu an! Bitmek kelimesi yalandan, ucuz bir hikayenin baş kahramanıymış. Biz de o kahramanı öldüren azılı katiller...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder