2 Ocak 2011 Pazar

Senden sonra bir sen daha bulurum zannettim! Aptal kafam...


Ben ne zaman sana baksam kayboluyorum.
Uzatacak elleri olmayan, arkamı dönmüş gittiğimde bana koşacak ayakları olmayan adam…
Sen sadece bana bak, ne konuş, ne gül, ne ağla. Sadece sus… Sadece konuş… Seni tanıdığımda çocuk olan bedenim aşkınla, yalnızlığınla, acılarınla büyüdü. Bu yüzden kefaretini öde bu büyümüşlüğün ve sus.
Ben konuşayım bu akşam sen sadece dinle.
Senden sonra bir sen daha bulurum zannettim. Koştum uzak diyarlara bırakın dedim önüme çıkan herkesi ne kadar uzaklaştırırsam o kadar sana yakınlaşacağımı bilemezdim.  En son seni gördüğüm anı bile anmayacağıma dair and içtim sabaha karşı boğaz kıyısında. Bu aşk ne kadar büyükse o kadar büyük olacak unutkanlığım da, yemin ederim her şeyim pahasına dedim.
Şehrin her deliğine girdim. Ben ne kadar yalnızsam, ne kadar çocuksam, ne kadar sensiz kalmış bir mahzunsam o kadar çok insanla tanıştım. Bir adamla tanıştım. Sil dedim bedenimden izlerini. Bir köle gibi farz ettim, istedim zımparalasın tüm derimi…  Ruhumu zımparaladıkça kanadım, ben hiç tanımadığım o adama sarılıp ağladım. Gözlerimi kapadığımda senin omuzlarına yaslanmış gibi hissettim. Miladını o an doldurdum o zımparacı adamın. Postaladım. Kapıma dayanmadı mı, geceler boyu inatla aramadı mı dersin. Bütün ruhsuzluğumla sana ne kadar kızdıysam ona da o kadar bağırdım, çağırdım, küfrettim.
İçimdeki öfke çığlıklarının sesi kısılınca yeter dedim. Ruhum, bedenim yara bere içinde. Tüm izleri zımparalattım ama canım daha da yanıyor. O an ruh doktoruyla tanıştım hem de izbe bir barda. Çok sarhoştum, ağlıyordum. Götür beni dedim hem de hiç kimsenin bilmediği bir yere. Yanımıza sadece yaralarımı saracak sargı bezleri, merhemler al. Ne bir soru sor, nasıl kanattın kendini bu kadar diye ne de ayıpla insan kendine bunu yapar mı diye… Tuttu kolumdan çekti götürdü. Bir ine sakladı beni… O kadar naif o kadar yumuşaktı ki dokunuşları yaralarıma. Zaman ne kadar geçti bilmiyorum, belki ona göre bir gündü bana göre bin yıldı. Yettiği kadar kaldım. Konuşmasına hiç izin vermedim, sırf o konuşmasın diye ben milyonlarca hikaye anlattım. Acım ne kadar büyükse o kadar çok güldüm, ağladım. Yaralarımı sarmaladı, hiç soru da sormadı. Ama sanki karşımda tüm acılarıma karşı bir duvardı. Bir gün baktım suratına gözlerini ilk defa gördüm. Sen gibi bakıyordu, senin gibi zifiri karanlıktı bakışları. Ufak bir ışıltı vardı. Benim yaralarımı iyileştirmek için kendini yaralamıştı. Gözlerimi o an kapadım. Yanından kaçtım arkama dönüp bakmadım bile. Koştum koştum koştum. Kentin bütün köpekleri arkama takılıp benimle koşana dek tüm kenti dolandım.
Kötü bir insan olmayı unutmak, biraz iyi olduğumu hissetmek istedim. Kendimi hayırseverliğe adadım, iyilik perisi olmak için kanatlar taktım. Tüm mutlu gülüşleri yüzüme yapıştırdım, ruhumu görmesinler diye büyük kilitler taktım kapılarıma. Sonra bir köşede mahzun ve yalnız bir adamın elinden tuttum. Kalk dedim. Senin ilacın bende! Sürükledim ardı sıra aldım onu mutlu bir eve soktum. Tüm dünyaya küskün oturmuş mutsuzca etrafına baktıkça beni görsün sürekli diye çevresini aynalarla sarmaladım. Aynalara da mutlu gülüşümü yerleştirdim. Ona göre yıllarca bana göreyse bir hafta her şey tamamdı. Mahzun varlığı artık mutluluktan parlıyordu. Bir gün yorulmuş koltukta otururken bana gülümsedi. O kadar mutluydu ki sanki yeniden doğmuştu. Sen dedi. Sen bir mucizesin, beni yeniden var ettin. Kahkahalar atıyor, yerde oturmuş dizlerime sarılıyor. O an sen geldin gözümün önüne. Seni asla yeniden var edemezdim.  Edememiştim. Kızdım o kadar kızdım ki sol ayağımla bir tekme attım. Hadi git dedim, yolun açık olsun. O kızgınlıkla kapı dışarı ettim Bay Mutlu Mutsuzu!
Yeter dedim sonra kendi kendime. Ben ne acımasız, ne de bir iyilik perisi olmalıyım. Kendim olacağım diyerekten senden önce nasılsa yaşantım, öyle yaşamaya çalıştım. Sabahları erken uyandım, geceleri geç yattım. Dostlarıma zaman ayırdım, yüzüme maskeler yaptım. Uzun yürüyüşler yaptım, partiler düzenledim.  İncecik iplere yüzlerce küçük boncuk dizdim sabrı öğrendim. Filmler izleyip kanepelerde uykuya dalarken ruhumu huzur denizine daldırdım. Tamam dedim bir sabah. Kuşlar cıvıldıyor, bahar da gelmiş.
Her şeyi geride bıraktım sanıp mutluluk denizine daldım. Denizin içinde bir dalgıçla karşılaştım. Nefesim olur sandım. Ona sarıldım. Uzun sohbetler, ay ışığında danslar ettim. Kavgalarım da oldu ama hep kal dedim. Beni denizin derinliklerinde buldun oraya dönmek istemiyorum. İçim de bir kuş var sanki kanatlanıyor dedim. Zaman ne kadar geçti bilmiyorum ama saatimiz eşdeğer çalışıyordu. Bir gün sabaha karşı eli belimde uyurken, yağmurun sesiyle uyandım. Kalktım yavaşça pencereden dışarı baktım. Aklıma seninle bir gece yarısı sokağın ortasında bir kaldırımda inatla oturuşumuz geldi. Islanırken deli gibi sanki ruhumuzu kurutuyorduk. Sonra söylediğin o cümle geldi. Ah ne adi bir adamsın, konuşmaz konuşmaz sonra ömürlük cümleler kurardın. “Bir tek seninle yağmur güzel, ne kadar ağlarsam ağlayayım kimse göremeyecek artık bir tek senden başka… Ben nerede olursam olayım yanımda sen olmayınca hep düşüneceğim. Şimdi bir kentin hangi sokağında yüzünü gökyüzüne kaldırmış ıslanıyorsun.” Tüylerimi diken diken etti bu an! Yatağımda yatan adam her şeyden habersizdi. Ben geceliğimle sokağa fırladım. Yüzümü gökyüzüne döndürdüm. Tüm yağmur damlaları yüzüme çarparken bende ağlıyordum. Kollarımı açmış dönüyordum sanki bedenim bir pusulaydı ve senin olduğun yere beni götürecekti. Gözlerimi kapadım. Islanırken ve dönerken bir deli gibi kolumdan biri tuttu. Tıpkı bir çocuk gibi tamam dedim buldun beni. Gözlerimi açtım karşımda sen yoktun, biraz önce elini belime dolamış sıcacık sobam vardı. O an ki hayal kırıklığım beni nasıl yıktıysa öyle yere yığıldım. Bitti dedim. Gitme vakti deyip eşyalarımı topladım ve o adamı da bir daha asla görmedim.
Sonra ne mi oldu? Ben izlerini silmekten, sana olan hıncımı çıkarmaktan, yaralarımı sarmaktan, sanki senleymiş gibi kendim olarak bir ilişki yaşama oyunu oynamaktan yoruldum. Seni unutamayacağımı anladım. Ve tüm kilitlediğim gönül kapımı açıp senle dolu tüm odalarındaki anıları tekrar tekrar anarak zamanın akışına ayak uydurdum.
Şimdi karşımdasın. Yıllar geçmesine rağmen hala ilk günkü gibisin. Saçlarındaki kırlar artmış, yüzündeki çizgiler derinleşmiş. Ama sen hala ilk gördüğüm adamsın.
Bu yüzden ben sana ne zaman baksam içim titriyor. Asla birlikte olamayacağımızı bilerek sana bakmayı ve seni sevmeyi seviyorum. Acı olan kim ne derse desin kendime asla haksızlık ettiğimi düşünmemem… Eğer şimdi kalksam ve gitsem sanki bu daha büyük bir haksızlık olacak gibi geliyor. Sırf bu yüzden şimdi sana tüm bu anlattıklarımı unut. Sen de beni o ilk gördüğün an ki gibi hatırla! Sus konuşma. Ben de konuşmayacağım. Ya da anlat her şeyi ama sessiz…

Hiç yorum yok: