6 Ocak 2011 Perşembe

Ve Sonunda Terkediyorum Seni...


Son kez  gitmeden önce sana baktım. Her anımı bana yaşattığın her güzeli, her çirkini öylesine içime sindirmişim ki kolayca görebildim üzerinde. Sanki sarmaşık gibiydin. Kıpırdamadığın halde kollarınla beni sarmalıyor gibiydin. Gitme der gibiydi sessiz duruşun. Her tarafın kirlenmiş, çamura düşmüş çocuk gibiydin. Bu hüzün gider ayak ağır gelmişti. Halbuki kendimi nasılda hazırlamıştım ayrılığa. Günlerce kendi içimde senle yaşadığım, sende yaşadığım her dakikamı her saniyemi düşünmüştüm. Yaşadığım her şey sanki bir tek sen de bir de bende gizliydi.

Ben daha küçücük bir çocukken ilk defa geldiğim bu koskocaman şehirde, ilk senin kapına gelmiştim. Sende büyümüştüm. Beni sarmaşık kollarında büyütmüştün işte. Mutlu anlarımda gülüşüm çınlatmıştı kalbini. Serzenişlerimi, haykırışlarımı sen dindirmiş, kimse güçsüzlüğümü görmesin diye kapı pencere ne varsa kapayıvermiştin. Ne zaman korksam karanlıkta sana sığınırdım. Sanki şehir koskocaman bir girdap adımımı attığım an beni içine çekecek gibi gelirdi. Sen benim hamimdin. Ben tüm benleri sana gösterirken, sen hep yanımda olurdun. Sesin soluğun çıkmaz sanki benim için yaşardın. Geceler boyu başını şişirir olmadık şeyler söylerdim de sesini çıkarmazdın. Senden ayrılıp da başka kollara kendimi koy verdiğimde herkesin senin kadar sessiz ve sadık olduğunu düşünüp, öylece karşılıksız sadece beni seveceklerini düşünürdüm. Bir yalana inandığımı hep canım yanarak öğrenirdim gene de uslanmazdım. Canını acıtacak kelimeler söylerdim. Sen yine de susardın. İçimde yükselen volkanım içime akardı. Lavlar içimi yakardı. Erirdim. Sana anlatacak onca şeyim varken dilim bir türlü hareketlenmezdi. Canımın böyle yandığını görürdün. Kararırdın. Sende o anlarda söyleyecek söz bulamaz daha çok susardın. Sen karardıkça seni daha çok severdim.

Mevsimlere göreydi senin de ruh halin. Yazları ne kadar sıcaksan, nasıl buhranlıysan kışları da öyle soğuk nevaleler gibiydin. İlkbahar en mutlu olduğun, son baharsa en hüznünün seni soldurduğu mevsim olurdu. Bana çok bağımlıydın. Kim bilir belki de bu yüzden senden ayrılmak istedim. Seni zor da olsa terk ettim. Hem de tam kışın ortasında, buz gibi havada tamda soğuktan donmuş vücudunu ısıtacakken… Dışarıda kar yağacak, sende karla donacaktın. Bende üzerine ne varsa örtecek seni kardan kıştan beyaz pamuktan koruyacaktım. Seni asla yalnız bırakmayacak, kapı dışarı çıkmayacaktım. Kahve, çay, sahlep ne bulursam pişirecek tüm kokuları üzerine sindirecektim.  Sana uydurarak yaptığım sebze çorbalarımdan yapacaktım. Sonra kıştan sonra bahar gelirdi. Sen çok severdin taze çiçek kokusunu. Her bahar gelişinde sana aldığım çiçekleri vazolara yerleştirirdim. Kokular üzerine işlerdi. Nasıl da yüzün güler, çiçek rengi olurdu. En sevdiğin koku lavantaydı. Bu yüzden lavantalar alırdım. Lavanta kokulu esanslar alırdım sana. Çarşaflar lavanta kokardı mesela. Çamaşır deterjanı, yumuşatıcısı lavanta, lavanta kokulu sabun, bulaşık deterjanı… Bulamazsam sesin çıkmasa da üzülürdün bilirdim. Sen beni her halimle kabul eden, güldüğümde de ağladığımda da bağırsam da kızsam da sesi soluğu çıkmadan seven tekimdin. Bu yüzden bende sana ne yakışırsa almaya çalışırdım. Gitmeden bu yüzden her şeyi yeniden lavanta esanslarıyla yıkadım. İstedim ki kokun sinmiş eşyalarım seni hatırlatan ama sen olmayan bir şey koksun.

 Ayrılıklara dayanamadığımı bilirdin. Her ayrılık yüreğime bir çizik atardı. Bunu gören, bilen bir tek sendin. Senden ayrılmak sanki tüm bu çiziklerden kurtulmak, tüm acıları unutmak gibi bir şeydi. Zaten mutluluklar her daim anılır anıldıkça da unutulurdu. Acılarsa hiç konuşulmaz, etrafında yürünen ama hiç girilmeyen havuzlar gibiydi. Giren içinde boğulmaktan korkardı. Bu yüzden hiç anılmaz, tek kelime bile edilmezdi. Konuşulmadıkça yürekte saklı tutuldukça büyür, ölümsüzleşirdi. Senden ayrılmaya ilk karar verdiğimde acılarımı düşündüm. Senin gözünün önünde yaşamıştım kimilerini. Kimileri sende saklıydı, bende saklı olanlarsa mutlaka sana anlatılırdı. Sonsuza dek susacağını ve asla anlatmayacağını bildiğim her sırrım sende gizliydi.

Seni bırakıp tüm bu iyiliklerine karşı gidiyordum işte. Bir an gelmiş artık dolduğunu düşünmüştüm. Evet ben hayatımdan yorulmuştum ama seni de kendim gibi yormuştum. Şimdi her bir zerrene kadar ben doluydun. Kimliğinin üzerine yeni bir kimlik gibi oturmuştum. Sende kendim olan beni ben yapan tüm her şeyimi görmek mümkündü. Sen benim için bu yüzden bırakılması çok zordun. Ve bir o kadar da kolay! Bazen kendimi bir yerlerde unutmak ve bir daha nerede olduğumu hatırlamamak isterdim. Kimbilir belki de seni terk etmek böyle bir hayalin gerçekleşmesi olacaktı.

Elimde son bavulum, karşında durdum. Tüm eşyalarım bir arabada beni beklerken, sokakta öylece durmuş sana bakmıştım son kez. Bir daha belki bu cesareti gösteremeyecektim. Bu yüzden deli diyen desin deyip, isteyen istediğini düşünsün umurumda bile değildi.  Sokağın ortasında öylece durdum. Sana öyle bir dikkatle bakmalıydım ki kırk sene sonra bile gözlerimi kapadığımda seni tıpkı bugün gibi anabilmeliydim. Sen benim çocuk anlarım olmuştun. Deli çağım, aşık halim, hain halim olmuştun. Unutmak istediğim insanların hepsi olmuştun. Anılarım, acılarım, isyanlarım… Her şeyim, herkesim, en temelim, geçmişim olmuştun. Ayrılık vakti de gelip çatmıştı yağmurda hızlanmış, eşyalarımı taşıyan arabanın da şoförü kornaya basıp durmaya yani her şey senden ayrılmam için bana baskı kurmaya başlamıştı. Yeni bir hayat, senin kollarınsız, senin çiziklerimsiz beni bekliyordu.

Yollarımız karşılaşır mıydı bilmiyordum ama hakkımı sana helal ediyordum. Yaşanan her şeyin ölene dek sen de gizli kalacağını biliyordum. Bu güvenle sana ilk kez, sana son kez arkamı döndüm. İçimde bir kıpırtı, hüznün esen yaprakları, en trajik ayrılık sahneleriyle en yeni olan doğru yönlendim. Canım evim…Sonunda seni de terk ettim…

P.S. Eski yazılardan...
   

Hiç yorum yok: